3-HİDAYET VE MUTLULUK

MUTLULUK VE HİDAYET

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahu Teala’nın tek bir muradı var; biz insanların çok mutlu olması, herkesin sonsuz bir saadete ulaşması. Allah yarattığı mahlukatının içinde en çok insanı seviyor. Bunu nereden anlıyoruz? Casiye suresinin 13.ayetine baktığımızda Allahu Teala‘nın kainatı insan için yarattığını görüyoruz.

45/CASİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.

   İnsanları ise Kendisi için (Allah'a kul olsunlar diye) yaratmış.

51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûn(ya’budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.

Resulullah (SAV) Efendimiz Rabb’ından naklen anlatıyor:”Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu: Ey Âdemoğlu, seni Kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde Kendim için yarattığımı, senin için yarattığımın ayarına düşürme.”

İnsanın yaratılış gayesi Allah’a kul olmaktır. Allah, insanı üç vücut, serbest irade ve akıl ile yaratmıştır. Üç vücuttan oluşan tek varlık insandır, nefs, ruh ve fizik vücut.

Fizik vücudumuz halk edilmiş (yaratılmış);

15/HİCR-26: Ve lekad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki Biz, insanı “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Fizik vücudumuz zahiri aleme (bu dünyaya) aittir, doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu dünyaya ait olan fizik vücudumuz, nefsimiz ve ruhumuz için bir mekândır.

Nefsimiz sevva edilmiş (dizayn edilmiş);

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).

  Nefsimiz berzah aleminin varlığıdır (yani ölenlerin yaşadığı alem). Kişi öldüğünde nefs fizik vücuttan ayrılır ve berzah alemine gider. Nefsimizin kalbi %100 afetlerle doludur ve bu kalb 19 afeti barındırmaktadır. 

74/MUDDESSİR-30: Aleyhâ tis’ate aşer(aşera).
Onun üzerinde 19 vardır.

 Kin(nefret), küfür, yalan, zulüm, hased, cehalet, cimrilik, öfke (gayz), isyan, sabırsızlık, gurur (kibir), hırs (şehvet), nankörlük, dedikodu (gıybet,iftira), zan,vefasızlık, fitne (fesat), iptila (Allah'ın yasak ettiğine ilgi duyma), mürailik (iki yüzlülük). 

Nefsin kalbindeki bu afetler sebebiyle nefsimiz Allah neyi emretmişse onu reddeder, neyi yasaklamışsa onu da mutlaka yapmak ister. Bu nedenle nefsin kalbi zikirle temizlenmeye muhtaçtır.

Ruh Allah’ın ruhudur ve Allah insana ruhundan üfürmüş , emr aleminin varlığıdır.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Ruhumuzu Allah kendi ruhundan üfürdüğü için kalbi %100 nurlardan oluşur, sadece aydınlığı temsil eder ve 19 hasleti içerir. 

Sevgi, iman, doğruluk, adalet, edeb, kemalat, cömertlik, sükunet, itaat, sabır, tevazu, kanaat, şükür, ketumiyet - sırları saklayan, hakikat, meziyet, vefa samimiyet, tevhid.

Ruh, Allah’ın bütün emirlerine itaat eden, yasak ettiği hiç bir fiili işlemeyen bir muhtevaya sahiptir.Ruhun tezkiye, terbiye ve tasfiye olmasına ihtiyacı yoktur, 19 haslet içerdiği için saf ve temizdir. 

Allahu Teâlâ, insanlara üç vücutla birlikte bir de serbest irade ve akıl vermiştir.

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûran).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.

73/MUZEMMİL-19: İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine (ölmeden önce ruhunu) ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).

10/YÛNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap, pislik) verir.

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

   İnsanın üç vücudundan biri olan nefsinin kalbi kapkaranlıktır. 19 afetin barındığı kalp nefsin kalbidir. Şeytan nefsteki bu 19 afete tesir ederek insanlara füccurunu (her çeşit kötülüğünü) ulaştırır.

NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

  Nefsimizin şer talepleri şeytan için bir fırsattır. Nefs kendisinde 19 afeti barındırdığı için, şeytan nefsteki bu afetlere sığınarak insanları dalalete düşürmeye çalışır. Nefs içimizdeki düşman, şeytan ise dışımızdaki düşmanımızdır. 

7/A’RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak’udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A’RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

    İşte nefs 19 afeti barındırdığı için kapkaranlık bir nefs kalbiyle hayata başlarız. İnsan yaratıldığı anda nefsinin bu özellikleri sebebiyle doğuşundan itibaren dalalettedir. 

ASR-1: Vel asrı.
Asra yemin olsun.
ASR-2: İnnel insâne le fî husrin.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.

  O halde bütün devrelerde insanlar nefslerinin kalbi %100 karanlık içindedir ve afetlerle doludur. Fakat Allahu Teala nefsimizin kalbini, bir takvim içinde, belirli bir zaman süresinde  temizlenebilecek, en güzele, ahsene ulaşabilecek yani tezkiye ve tasfiye olarak afetlerden arındırılabilecek şekilde yaratmıştır. Nefs eğer tezkiye ve tasfiye edilirse ahseni takvime dönüşerek, ruhun haleriyle hallenir.

95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.

  Tezkiye ve tasfiye edilmemiş bir nefs ise şeytanın sığınağı olup, ona tabi olur ve böylece onun telkinleriyle cehenneme gider.

95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfîlîn(sâfîlîne).
Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).

  Kişinin dünya ve ahiret saadeti Allah’a ulaşmayı dileyerek nefsini tezkiyesi ve tasfiye etmesine bağlı. Allahu Teala insanların Allah’a ulaşmayı dileyerek, nefslerini tezkiye ederek hidayete ermelerini ve böylece dünya ve ahiret saadetine ulaşmaları için resulleri aracılığıyla tebliğini mutlaka duyurur, herkese hidayet tebligatı yapılır, tebligatı duymayan yoktur. 

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

  Her kavim içindeki resûl, Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemeyenleri, cehenneme gitmekle uyarmakta, Allah’a ulaşmayı dileyenleri (amenû olanları) ise cennetle müjdelemektedirler. 

6/EN’ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

  İşte, Allah’ın irşad etmekle görevli vazifelileri, herkese, şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaları için Allah’a ulaşmayı dilemeleri doğrultusunda tebligat yaparlar. 

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

“Allah’ın davetine icabet etmeyen, Allah’ın resûlüne âsi olur.” (K: Buhari, Nikah 71, 74; Müslim, Nikah 103, (1429); Tirmizi, Nikah 11, (1098); Ebu Davud, Et’ime 1, (37, Ravi İbnu Ömer).

  Allah’a ulaşmayı dilemek farz mıdır? Evet. Farzdır. Allahu Teala üç vücuttan oluşan bütün insanları galu bela günü huzurunda toplamış;

7/A’RAF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

   Üç vücudumuzdan dünya hayatını yaşarken Allah'a teslim olmak için yemin almış. Fizik vücudumuz; Şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmak için ahd vermiş. Nefsimiz; Tezkiye ve tasfiye olarak Allah’a teslim olmaya yemin vermiş. Ruhumuzda dünya hayatinda mülaki olmaya (Allah'a ulaşmaya) ve O'na teslim olmaya misak vermiş, yemin etmiş. Bu yeminlerden sonra Allahu Teala cüz’i irademizden de teslim olacağına dair misak almış, yani yemin almış.

Allah ruhumuzdan, nefsimizden, fizik vücudumuzdan ve irademizden yeminler aldıktan sonra, bu yeminleri yerine getirmemiz için hepsini üzerimize farz kılmış. Allahu Teala emanet olarak verdiği ruhu, bu dünya hayatını yaşarken Kendisine teslim etmemizi emrediyor.

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

  İnsan, Allah'ın ruhunu üfürdüğü kainattaki tek mahluktur. Bu nedenle Allahu Teala en çok insanı sever. Ruh emanetini yalnız insan yüklenmiş.

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

   “Emanete riayet etmeyenin îmânı yoktur. Ahde vefa etmeyenin dîni yoktur.” (k: Râmûz, 463/3, taberani, bezzar, ibn abbas.) 

  İşte Allahu Teala bize emanet olarak verdiği ruhu, bu dünya hayatını yaşarken O’na ulaştırmamızı Rum suresinin 31.ayetinde üzerimize farz kılmıştır; 

30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

  Peygamber Efendimiz (S.A.V); Sahihi –Buhari 4.Cilt 575. Hadisinde geçen teheccüd namazındaki duasında "Yarabbi Sana Mülaki Olmak HAKTIR" buyurarak ruhun hayattayken Allah’a ulaşmasının farz olduğunu, Allah’ın emri olduğunu bildiriyor.

Allahu Teala Zümer 54’de Ölmeden, bu dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilememiz ve Allah’a teslim olmamızı emretmiş.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız.

İslam teslimdir. Kişinin Allah’a teslim olması mutlaka Allaha ulaşmayı dilemesine bağlı.

Peygamber Efendimiz S.A.V’de ilk Cuma Hutbesinde; “Size ölüm gelmeden Rabbinize ulaşın ve teslim olun.” buyuruyor.

Bundan 14 asır önce Peygamber Efendimiz s.a.v. insanları, sadece Allah’ın varlığına, birligine inanmaya değil, Allah’ın varlığına, birligine inandıktan sonra Allah’a ulaşmayı dilemeye davet etmiş. Sahabe-i Kiram’da Peygamber Efendimiz s.a.v. davetine icabet edip Zümer suresinin 17. Ayeti kerimesine göre Allah’a varlığına, bir olduğuna inandıktan sonra Allah’a ulaşmayı dilemişler.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

  Görüldüğü gibi Zümer 17’de sahabe emanet olan ruhlarını ölmeden önce Allah’a ulaştırmayı dileyerek, Allah’ın bu farz emrini yerine getirmişler ve hidayete adım atmışlar.

Hidayete adım atmak; Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Hidayete ermek; ruhun ölmeden evvel bu dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşması, vasıl olmasıdır.

O halde; Hidayet insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmasıdır.

2/BAKARA-120:.., kul inne hudâllâhi huvel hudâ
Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.”

3/AL-İ İMRAN-73: innel hudâ hudallâhi.
“Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.)

  Sırat-ı Müstakim ise; insanların ruhlarını ister ölmeden evvel, ister öldükten sonra Allah'a ulaştıran yoldur. 

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

Allah’a doğru istikametlenmiş olan bu yol neyi sağlar?

Hidayete ermeyi sağlar.

6/EN’AM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm’e hidayet ettik (ulaştırdık).

6/EN’AM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

İstikameti Allah olan bir yol, Allah’a ulaşan ve üzerindeki yolcuyu Allah’a ulaştıran bir yol (ruhu Allah’a ulaştıran bir yol). Allah’a ruhu ulaştırmak ve O’na kul (abd) olmak hedeftir. Abd; Allah’a kul olmak demektir. Abid; Allah’a kulluk etmek yani ibadet etmek demektir.
Namaz kılmak veya diğer farz ibadetler Allah’a ulaşmak değildir. İbadetler Allah’a ulaşmak için kullanılan vasıtalardır.

Allah’a ulaşmak; Allah’ın bize emanet olarak verdiği ruh biz dünya hayatını yaşarken vücudumuzdan ayrılır, Sırat-ı Müstakim’e ulaşır, 7 gök katını aşar ve sonra Sidretül Münteha’dan Allah’ın Zat‘ına ulaşır. Allah’a ulaşmak budur. Bu hedeftir, vuslattır, kavuşmaktır, hidayettir, ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasıdır. Yani ölmeden evvel ölmektir.

Peygamber Efendimiz s.a.v.; Mutu en kable temutu “Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifinde ölmeden önce ruhumuzu Allah’a teslim etmemizi söylüyor. (Acluni keşfü’l hafa c2. shf:291 (2669)

Hasan Basri H.z: Hikmetli sözleri
“Hiç kimse bulamaz rahatı ölmekte. ASIL MARİFET diri diri ölmekte. Ölüpde rahata kavuşan kimse ölü değildir, ölü kimse ölüdürki ancak diri iken ölendir.

Şu anda günümüzdeki hurafelerden biri olan “Ruh insana hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür, ruh ancak ölümle Allah’a ulaşır” inancı Kur’an’a tamamen ters düşmektedir. Oysaki Kur’an’ın hiçbir yerinde kişiyi ruhun yaşattığına dair bir ayet-i Kerime yoktur. Allahû Tealâ Hicr suresinin 23.ayetinde;

15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.

Buyuruyor. Öyleyse ruh, insana hayat vermez. Ruh insandan çıkınca insan ölmez. Hayatı verende alanda Allah’tır. Allahu Teala Enam suresinin 38.ayeti kerimesinde;

6/EN’ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

“Mukaddes ve Yüce olan Allah’ın Kitab’ıdır. O’nda, sizden öncekilerin, sizden sonrakilerin haberi ve kendi aranızdakinin hükmü vardır. O, Allah’ın kesin sözüdür. Kim ki, kibrinden dolayı o Kitab’ı terkederse, Allah onun belini kırar. Kim de hidayeti O’ndan başkasından ararsa, Allah, o kimseyi dalâlette bırakır. O, Allah’ın sapsağlam bir ipi, apaçık bir nuru ve Sıratı Mustakîm’e ulaştıran hikmet dolu bir haberidir.” Hadis-i şerif

O halde Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de her konuya açıklık getirmiş. Fizik vücut ve nefs Allah’a ulaşmaz. Ruh Allah’tan geldiği için sadece ruh Allah’a ulaşır. Ruh Allah’a iki defa ulaşır. Ölmeden evvel ve öldükten sonra.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Ölümde irade yoktur. Ruh Azrail a.s. vasıtasıyla Allah’a ulaşır.

32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”

Bu ölümle ruhun Allah’a dönüşüdür. Ölümden sonra bizim elimizde bir şey yoktur. Ruhumuz otomatik olarak Allah’a götürülecektir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemediyse, ölümünden sonra ruhunun Allah’a ulaşması o kişiyi kurtuluşa ulaştırmaz. Ruhun hayattayken ulaşmasında ise irade vardır. Önemli olan hayattayken ruhu Allah’a ulaştırmaktır.

Biz sadece bir niyet olarak Allah’a ulaşmayı diliyoruz. Kim serbest iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilerse Allah o kişinin ruhunu mutlaka Kendine Zatına ulaştıracağına söz vermiş. Şura 13′ te;

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Men habbebe likaallahi habbevallahi likai; “Kim Allah’a Ulaşmaya Muhabbet Duyarsa, Allah da Onu Kendisine Ulaştırmaya Muhabbet Duyar.
Men kerihe likaallahi kerihallahi likai; Kim Allah’a Ulaşmayı Kerih Görürse, Allah da Onu Kendisine Ulaştırmayı Kerih Görür.” (K: Sahihi Buhari 12. cilt hadis no. 2043).

Allah’a ulaşmayı dilemek ne demektir?
Allah’a ulaşmayı dilemek, biz bu dünya hayatını yaşarken ruhumuzun Allah’a ulaşmasını istemektir.

Üzerimize farz olan bu dilek nasıl söylenir? Nasıl yapılır?
“Allah’ım Sana ulaşmayı diliyorum. Ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmak istiyorum. Benim ruhumu Sana ulaştır Ya Rabbi!..” Bu kadar. Kalbten bir dilek!..

  İnsanın ruhu, ölmeden evvel Allah’a ulaşırsa, o kişi Allah’a ermiş, ulaşmış olur. Allah’ın evliyasına ermiş denir. Çünkü onlar ruhlarını ölmeden önce Allah’a erdirdikleri, ulaştırdıkları için onlara ermiş kullar denir. 

Rabia Hz.;”Aralıksız olarak sızlanıp duran Hazreti Rabiaya “hiç bir hastalığın yok, sızlanmana ve yakınmana sebep nedir?” diye soranlara şu cevabı veriyor; “Sinemin dahilinde bir derdim var, tabibler bu derdin tedavisinde aciz kalmışlardır, yaramın merhemi O’na vuslattır.” (Feridüddin Attar Tezkiretü’l evliya sayfa 121)

Vuslat; kavuşmaktır. Onlar Allah’ın dostlarıydı ve Allah’a erdiler. Rad 21’de buyurulduğu gibi vuslata erdiler. Üzerlerine emanet olan ruhlarını ölmeden önce Allah’a ulaştırıp teslim ettiler, hidayete erdiler. Allahu Teala emanet olarak verdiği ruhu hayatta iken Kendisine ulaştırmamızı ve teslim olmamızı (hidayete ermemizi) üzerimize farz kılmış.

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûeL(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Fecr suresinin 28.ayeti;

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

Gavsül Azam Abdulkadir Geylani H.z: ÖTELERDEN HABERLER (orj.adı: SIRR’ÜL ESRAR) “…YOLA GİRİNİZ! ŞU RUHANİ KAFİLELERLE RABBİNİZE DÖNÜNÜZ!“

Görüldüğü gibi hidayete ermek üzerimize farz kılınmış. 14 asır evvel Sahabe-i Kiram, ruhlarını ölmeden önce Allah’a ulaştırarak hidayete ermişler ve Allah’a teslim olmuşlar.

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar (sahâbe), sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar, hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıranlardır). Ve onlar, ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleridir).

  Said-i Nursi Hz.;"Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. RUHUMU RAHMANA TESLİM EYLEDİM, gayri istemem "(Orjinal Sayfa:500, 26. Söz)
  Bütün Allah dostları bu davete icabet etmişler ve Allah’a ulaşmayı dileyerek, bu farz emri yerine getirerek hidayete ermişler. 

  Allahu Teala insanları mutlaka musîbetlerle imtihan eder.

9/TEVBE-126: E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merreten ev merreteyni summe lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve onlar, senede bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra tövbe etmiyorlar (Allah’a yönelmiyorlar) ve onlar zikir yapmıyorlar (Allah’ın ismini ardarda tekrar etmiyorlar).

29/ANKEBÛT-2: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).
İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

29/ANKEBÛT-3: Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.

   Kişi başına gelen bu musibeti değerlendirir ve tavrını koyar, ya Allah’a ulaşmayı diler, şükredenlerden olur, ya da dilemez küfredenlerden olur. 

39/ZUMER-7: İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani’dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.

   Bu kişilerden olayları değerlendiren, bu olaylar karşısında Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu imtihanı pozitif olarak gören ve sabreden, Allah’a sığınır ve Allah’a ulaşmayı diler, imtihanı kazanır. 

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.

   Allah’a ulaşma dileğinin, dilden değil kalpten istenmesi gerekir. 

5/MAİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni’metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah’a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.

    "Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar, O sadece sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." (Müslim,birr,33; İbn Mace,Zühd,9; Ahmed Hanbel,2/285-539)

    Hadis-i kudsî’de Allahu Teala şöyle buyuruyor:
    " Ey kullarım ! Hepiniz dalalettesiniz, tek Benim hidayete erdirdiklerim müstesna; o halde DİLEYİN, de sizi hidayete erdireyim. " (Muslim- Riyazussalihin s.137)

    Bir insan Allah’ın yoluna davet edildiği zaman kabul etmezse, serbest iradesiyle Allah‘a ulaşmayı dilemezse Allahû Tealâ buna seyirci kalmaz, o kişi üzerinde mutlaka engeller oluşturur.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

17/İSRA-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

    Dünya hayatında gözleri gören, kulakları duyan ve idrak edebilen kişi canlı ve hayatta. Ama manevî açıdan Allah'a ulaşmayı dilememişse kör, sağır ve dilsiz yani ölüdür. 

2/BAKARA-18: Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(yerciûne).
Sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar, (Rab’lerine) dönmezler.

   Allahû Tealâ, görmemizi, işitmemizi ve idrak etmemizi sağlayan sistemler oluşturmuştur, bunlar uzuvlarımız ve hassalarımızdır. Allahû Tealâ engelleri bu sistemler üzerine yerleştirir. Allah, kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesi halinde gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalbindeki ekinneti alır. Görme hassası üzerindeki gışaveti alır. İşitme hassası ve kalbindeki mührü açar. 

6/EN’AM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

  Kişiyi birkaç dakika içinde gören, işiten ve idrak eden birisi haline getirir. İşte Allahû Tealâ o kişiyi manevi açıdan ölüyken diriltir, kişi hayata döner.

8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va’lemû ennallâhe yehûlu beynel mer’i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl’ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah’ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)

6/EN’ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)

   Kişi serbest iradesiyle kalpten Allah’a ulaşmayı dilediği an, Allahu Teala kişiye zikir, namaz, oruç vs… ibadetleri sevdirerek, en çokta zikri sevdirerek o kişinin hidayete ermesi için emanet olarak verilen ruhu, Kendisine ulaştırma işlemine başlar.

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

  Resulullah (S.A.V) Efendimiz şöyle buyuruyor;"Her kim Allah için olursa... Allah onun için olur."

İşte Allahû Tealâ kişinin kalbindeki bu dileği gördüğü anda derhal Rahman esmasıyla tecelliye başlar.
2/BAKARA-105: Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ehli kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hayırdan (rahmet ve fazl) indirilmesini sevmezler (istemezler). Ve Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Ve Allah, fazlıl azîmin sahibidir.
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez. Sahâbe soruyor “Sen de mi ey Allah’ın Resûl’ü?” Evet Ben de. Ama Allah beni rahmetine gark etmiştir. (K: Buhâri, İbn Mâce).
Kişiye ard arda furkanlar (hak ile batılı, doğruyla yanlışı ayırma özelliği) vererek hassalarındaki ve uzuvlarındaki engelleri kaldırır ve kişinin bütün günahlarını örter.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Bir kişi gerçekten İslâm’a girerse, onun bütün günahlarını Allahû Tealâ örter.“ (Sahihi Buhari,1.cilt,39)
Sizi, işiten, gören ve idrak eden bir kişi haline getirir.
22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl’ün, Nebî Resûl’ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O’na îmân etmeleri, onların kalplerinin O’nu (Allah’ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir.
“Mü’min kulağından sulanır.” Hadis- i şerif
“Allah’ım, kalbimi nurlu kıl, lisanımı nurlu kıl, bakışımı nurlu kıl, işitmemi nurlu kıl.” (K: C. Sağir-1513).
Daha sonra Allahû Tealâ o kişinin kalbine ulaşır.
64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu’min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey’in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.
“Ben yerime, göğüme sığmadım. Mümin kulumun kalbine sığdım.” ( Aliyyu’l-Kārî, Esrâru’l-Merfûa, 301).
Kişinin kalbini Allah’a çevirir.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).
“Ey kalbleri döndüren Allah’ım, kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” (Tirmizi, Da’avat 135, (3581)
Allah kişinin göğsünü yarar ve göğsünden kalbine bir nur yolu açar. Çünkü nefsin afetlerinden kurtulması için kalbe bir nur yolu açılmalı ki, Allah zikriyle o kalbe nur ulaşsın ve nefs temizlenerek aydınlansın.
6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Sahâbe Allah’ın Resûl’üne soruyor: “Ey Allah’ın Resûl’ü göğsün şerh edilmesi ne demektir?” Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in cevabı: “Kişinin Allah’tan bir nur üzere olmasıdır.” oluyor.
Bu nur yolunun açılması çok önemlidir. Çünkü yol açılmadıktan sonra, bir kişi ne kadar zikir yaparsa yapsın, Allah’ın nurları o kişinin kalbine ulaşmaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisinin üzerine ne kadar zikir yaparsa yapsın, Allah’ın nurlarının gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu kişinin tekrar ettiği Allah kelimesinin ona hiçbir yararı olmaz.
Zikir; Allahû Tealâ’nın isminin “Allah, Allah, Allah…” diye tekrarının adıdır. Yani cüz’i irade sahibi varlıkların (insanların ve cinlerin) serbest iradeleriyle, isteyerek Allah’ın ismini “Allah Allah“ diye tekrar etmeleridir.
Allah’ın ismi bir şifredir. Arabca harflerin kendilerine has frekansları var, titreşim sayıları var. Bu titreşimler her harfte değişiktir ve Allah’u Teâla, Allah kelimesinde bu harfleri öyle bir sıraya oturtmuştur ki, bu frekans, bu titreşim sayısı sesli de söylense, sessiz de söylense, “Allah” kelimesini kim tekrar ederse, Allah’ın katından gelen salavat rahmet ve salavat fazl nurları mutlaka kalbe ulaşır. Allah’ın rahmet ve fazl nurlarını insanın kalbine indiren zikirdir ve nefsin temizlenmesini sağlar.
Kur’ân-ı Kerim okumak bir zikirdir. Namaz kılmak bir zikirdir. Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmek bir zikirdir. Adı “zikrullah”tır. Ve bu üç tane zikirden zikrullah en büyüktür. En büyük ibadet Allah’ı zikretmektir.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

Cabir (r.a) rivayet ediyor: “Peygamberimiz, Hiç bir kimse, kendisini azaptan kurtarmak için Allah’ın zikrinden daha üstün bir amel yapmamıştır.” Hadis-i Serif

  “Allah nezdinde amellerin en üstünü, dilin Allah zikrinden yaş olarak ölmendir. “ Hadis-i Serif

Müzemmil suresinin 8.ayeti kerimesine göre Allah’ın ismiyle “ALLAH, ALLAH, ALLAH ” diye zikretmek üzerimize farz kılınmıştır. Bu ayeti kerimeye göre ruhun Allah’a ulaşması zikre bağlıdır.
Günün bir kısmında Allah’ı ara sıra zikretmek üzerimize farzdır.

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

Hasan Basri Hz. şöyle buyuruyor;
“Zikir Allah Rasulünün Hz Ebu Bekir ile hicretlerinde sevr mağarasında Ebubekir es Sıddika tavsiye ettiği şekilde yapılmalı;
—YA Eba Bekr dilini üst damağına yapıştır ve ALLAH ALLAH ALLAH de.”

Günün yarısından fazla yani çok zikretmek te farzdır;

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

  “Kim Allah’ı çok zikrederse münâfıklıktan uzak olur. Münâfıklar size: “Gösteriş için yapıyorsunuz.” Diyecekleri kadar çok ama çok Allah’ı zikrediniz. Kim Allah’ı çok zikretmezse O, îmândan uzaklaşır.” (K: Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3593).

  “Ya resulallah! Kıyamet günü Allah katında en üstün dereceye sahip olacak olan kullar kimlerdir? Diye soruldu. Allah’ı çok zikredenlerdir. Buyurdu “ Hadis-i şerif, Tirmizi

  Nisa Suresinin 103. âyet-i kerimesi gereğince daimî zikir de farzdır;

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah’ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü’minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

  Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır." [Ebû Dâvud, Edeb 31, (4856), 107, (5059); Tirmizî, Daavât 8, (3377); Hadisin metni Ebû Dâvud'a aittir. Sondaki ziyade İbnu Hibbân'ın Mevârid'inden alınmadır (2319).]

İmâm-ı Rabbânî; “Her vakit, Allah’ı zikr etmek lâzımdır. Kalpte başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalıdır.”

YUNUS EMRE HZ.;
“Yunus sen bu dünyaya niye geldin, gece gündüz Hakkı zikretsin dilin. „

Resulullah (S.A.V) Efendimiz; “Allah’ı en çok seven O’nu en çok zikredeninizdir.”

“İnsan bir şeyi severse, daima onu yâdeder.“ (C. Sagîr)

  Allah zikriyle kalbe nur iner. Zikirle gelen nurlar nefsin afetlerini temizlediği için kişinin sevgisi artar. Dünya hayatını huzurlu ve mutlu geçirir. Şeytan ise insanın asla huzurlu ve mutlu olmasını istemez. Allahu Teala’yı zikretmeye engel olmak ve unutturmak ister. 

5 / MAİDE – 91 İnnemâ yurîduş şeytânu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh(salâti), fe hel entum muntehûn(muntehûne).
Oysa ki şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve, sizi Allâh’ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi?

  Allahu Teala’yı zikretmekten yüz çevirenler şeytanın taraftarlarıdır, şeytanı dost edinirler. 

58/MUCÂDELE-19:İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş şeytân(şeytâni), elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?

  Böylece Allah’ı zikretmeyenlere şeytan musallat olur ve şeytan onun yakın arkadaşı olur. Kişi şeytanı dost edinir.

43/ZUHRUF-36: Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.

 Allah ise amenu olanların (Allaha ulaşmayı dileyenlerin) dostudur.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

  Ve amenu olanların (Alaha ulaşmayı dileyenlerin) kalpleri Allahu Teala’yı zikretmekle mutmain olur (Allah zikirle kalpleri tatmin eder).

13/RA’D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?

  "Allah'ın zikri kalblere şifadır". İmam Münavi, Feyzül Kadir

  “Zikir bir kazmadır, onunla gönüllerdeki yabancı dikenleri temizlersin“. (Ubeydullah Ahrar)

  İnsanların kalpleri ancak Allah‘ın yardımıyla uzlaşır. Saadete ulaşmanın (mutlu olmanın) yolu Allah’ı çok zikretmektir. Zikirsiz bir saadete ulaşmak mümkün değildir.

  O halde kişi "ALLAH, ALLAH, ALLAH "diye zikrettiği taktirde Allah Teala, “Allah“ zikriyle kişinin kalbine nur göndermeye başlar. Kalbe Allah’ın katından rahmetle fazl isimli iki nur gelir. Bu nurlar kalbe kadar ulaşırlar, fakat kalbin içine sadece rahmet nuru sızabilir. 

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

  (Zümer 23’e göre nurlar ikişer ikişer gelir. Rahman esmasıyla salavat nuru rahmet nurunu taşır. Mürşide tabiyetle de rahim esmasıyla salavat nuru fazl nurunu taşır.) 

  “Ümmetimin içerisinde ilk tatbikattan kaldırılacak emanet ve huşûdur. Öyle olacak ki, gaybde rahmân’a huşû duyan hemen hemen hiç kimseyi görmeyeceksiniz.” Hadis-i Şerif

  Allah zikriyle kalpte bu nurlar %2’ye ulaşır ve kişi huşû sahibi olur. 

57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten veya zikirden kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.

  “Hikmet sahibi ulemanın meclisinde bulunmak, kelamını işitmek üzerinize farz kılındı. Muhakkak ki Allah, onların meclisinde bulunan ölü kalpleri hikmet nuruyla diriltir. Yağmur suyunun toprağı dirilttiği gibi ölü kalpleri bu şekilde diriltir.” Hadis-i şerif

  “Benim sevgim bir kulun kalbine girerse, Allah mutlaka onun cesedini ateşe yasak eder.” (K: Râmûz-ül-Ehâdîs)

  "Kalbinizde dünya sevgisini söküp atmadıkça Allah ve Resulünün sevgisi gelip yerleşmez!" Hadis-i şerif

  Huşuya ulaşan kişinin kalbinde mürşid sevgisi oluşur. Böylece kişi hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidini ister. Bakara 45'te HACET NAMAZI ile bizi Allah'a ulaştıracak mürşidimizi Allah’tan istemek üzerimize farz kılınmıştır. 

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

Hacet namazı; Perşembeyi cumaya bağlayan gece saat 24′ den sonra, saatler 1 saat ileri alındığında gece saat 1’den sonra boy abdesti alarak 4 rekatlik hacet namazına niyet edilir. Namazda aşağıdaki âyetler okunur;

  1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
  2. Rekâtta: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas.
    Oturuş: Ettehiyyâtü
  3. Rekâtta: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas.
  4. Rekâtta: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas.
    Oturuş: Ettehiyyâtü+Allahummesalli+Allahummebarik+Rabbena Namaz bittikten sonra kişi Allah’tan mürşidini göstermesini diler. Hiç konuşmadan göğsü kıbleye gelecek şekilde sağ tarafının üzerine yan üstü yatar. 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. “Allah, Allah” diye zikir çekerek uyur. Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir. “Bir kimsenin Allahû Teâlâ’dan veya benîâdemden (insanoğlundan) bir hâceti olursa, tertemiz bir abdest alsın. Sonra hâcet namazı kılsın. Sonra Allahû Teâlâ’ya senâ (hamd)da bulunsun ve Peygambere salâvât getirsin.” (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) “Ben Hatemül Enbiya’yım, Ben’den sonra nebî gelmeyecek. Ama Ben’den sonra halifeler gelecek. Benden sonra nebî gelmeyecek ama Ben’den sonra imamlar gelecek ve o imamları arayın bulun.” Hadîs-i şerîf

“Men ra’ni fegad ra’ni feinneş şeytane lâ yetemesselü bî velâ bî sûretişşeyhi tâbian linnebiyyi sallallâhu teâlâ aleyhi vesellem. “Beni gören, mutlaka beni görmüş demektir. Zira, şeytan benim suretime giremez ve benim gibi görünemez. Bana tâbi olan Şeyhlerde aynen böyledir.” (Hadîs-i şerîf – Müzekki-n-Nüfus, s.551)

Abdulladir Geylani Hz. ise sohbetler kitabı;
Sayfa-201:“Sadıklara, salihlere iltihak et, onların arasına katıl, eğer kimin salih, kimin münafık olduğunu ayırt edemezsen o zaman geceleyin kalk iki rekat namaz kıl. Yarabbi, bana senin salih kullarını göster, SANA GELMEMDE KILAVUZLUK EDECEK KİŞİLERİ GÖSTER“.

Mevlana Hz.;
“Pir‘i bul ki, Pir’siz bu yol pek tehlikelidir, pek korkuludur, çünkü afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile klavuz olmadan şaşırırsın.“

Kişi eğer gerçekten Allah’a ulaşmayı diler, hacet namazı kılarsa Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir. Mürşidlerin tayini Allah’a aittir. Mürşidin seçimi kişiye ait değildir.

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

Herkesi seveceği mürşide Allah ulaştırır. Kişi mürşidini kendisi değil, Allah ona mürşidini sevdirir. Hiç kimse dilediği mürşide ulaşmak yetkisinin sahibi değildir. Hacet namazını kılarak Allah’tan soracaktır.

İstisna var mı? Bir kişi: Sadece devrin imamı bundan müstesnadır. Kim olursa olsun, insanların hangi seviyesinde olursa olsun, herkesin devrin imamına ulaşıp ona tâbî olması açık bir kapıdır. Bu kapı, devrin imamları her zaman var olacağı cihetle, insanlık tarihi boyunca hiç kapanmamıştır. Bütün insanların tâbî olabileceği bir kapı odur. Tâbiiyet verenler de ona tâbî olmak mecburiyetindedirler.

Devrin imamı bütün mürşidlerin bağlandığı temel merkezdir. Eğitim devrin imamının dergâhında oluşur. Vesile olan mürşidlerin görevi insanların Sırat-ı Müstakim’e çıkmalarına vasıta olmaktır. Kişi hangi mürşide tabi olursa olsun başının üzerine mutlaka devrin imamının ruhu gelir (Ali İmran 164, Mü’min 15).
Neden ayrı ayrı mürşidler?

Allahu Teala herkesi değişik standartlarda yaratmış. Herkesin mizacına göre, nefsinin afetindeki oranların dağılımına göre kişiye mürşid tayin ediyor.
Her evliyanın bir mürşidi vardı. Hz.Yunus’un, Hz.Mevlâna’nın ve bütün Allah dostlarının ölmeden önce Allah’a kavuşup, vuslata ermek için neden aşk ile mürşid kapısına koşup önünde tövbe ettiklerini bir düşünün!

  S.Muhammed Saki Haşimi: Arifler Yolunun Edebleri, Semerkand‘dan adlı kitabtan: Allah dostuna ancak Yüce Allah‘ın dostluğu için gidilir. Mesele gerçek mürşidi bulmak ve ona gerçekten teslim olmaktır. Bir arif demiştir ki:

“Ey Yüce Rabbim! Senin işin ne güzeldir!
Sen bir kulunu sevmek isteyince onu bir dostuna gönderisin,
Dostuna gönderdiklerini de seversin.”

Yunus EMRE HZ.
Kadılar müftüler cümle geldiler
Kitapların hep önüme koydular
Sen bu ilmi nerden aldın dediler
Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.

  14 asır önce Hakk'a varıp hidayete ermek için Sahabe-i Kiram, kainatın en büyük mürşidi Peygamber Efendimiz s.a.v'e tabi olmuşlar. 

48/FETİH-10:İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır….

   AKABE BİATI Sahih buhari 11.cilt sayfa 181‘ de şöyle anlatılıyor;

Hicret dönüşü mekkeye yaklaştıklarında, Efendimiz (SAV), Hz.Osman’ı duruma bakması için mekkeye gönderir.Daha sonra (Hz.Osman dönmeden) oradakiler için biat emri gelir ve herkes (SAV) Efendimize biat ederler. Efendimiz (SAV) ”bu da Osman’ın biatı”diyerek sağ elini sol el üzerine koyarak kendi elini(sağ) kendisi öper.
Görüldüğü gibi Sahabe kainatın en büyük Mürşidi Peygamber Efendimiz s.a.v’e tabi olmuş, Elini öpmüşler.
Gavsül Azam Abdulkadir Geylani H.z: “El-Fethu’r Rabbani” Huzur sohbetleri: ” Başkalarına ögütte bulunmamın ilk şartı senin inanmış (Allah’a ulaşmayı dileyerek hakiki iman etmiş) olmandır. KULUN KENDİSİ HAKKA (ALLAH’A) ULAŞMADIKÇA, HALKI HAKKA ÇAĞIRMASI UYGUN DEĞİLDİR…
Hazret daha sonra el-imam izzeddin Medresesinin üstazına (ögretmenine) işarette bulunarak;”KALK ELİNİ ELİME KOY, bu harap diyardan malından, evladından ayrılıp KOŞARAK RABBİMİZ’E GİDELİM. ALLAH’A YÖNEL, AMELE YÖNEL, yakında Hakk’a götürüleceksin O seni amellerinden sorgulayacak. O seni, kendisini bilmen için yaratmıştır, dünya ve ahiret için yaratmamıştır…” (el-Fethu’r Rabbani Huzur sohbetleri s.594,595,596 huzur yayınevi tercüme Sıdkı Gülle)
O halde mürşid kimdir?
Rüşd, raşid, mürşid, irşad kelimesi hepsi aynı kökten gelir. İrşad olunma, aydınlanma, olgunlaşma demektir.

   Rüşt; Kendini ispat etmiş ve o konuda yetkili ve o işin ehli olması demektir.

  Mürşid; kendisi hidayete ermiş ve Allah'ın emriyle insanları Allah'a ulaştırmaya, hidayete erdirmeye yetkili kılınan, Allah'ın yardımıyla insanları irşad eden Allah’ın vazifelileridir. Bir kısmı peygamberler, bir kısmı da Rabbimiz'in adına resul, imam, mürşid, sultan ve hidayetçi dediği vazifelileridir. 

  Mürşidler Allah'a davet eder ve Allah'ın yardımıyla insanları irşad ederler; 

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

21/ENBİYÂ-51: Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (A.S)’a rüşdünü (irşad yetkisini) verdik. Ve Biz, onu (irşada ehil olduğunu) bilenlerdik.

40/MU’MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: “Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım.

  Mürşid Allah ile kul arasında bir vasıtadır. İnsanı Allah adına teslim alır. Mürşid nefsini tezkiye ve terbiye etmek isteyen her insan için Allah'ın yardımını iletendir. Kul ile Allah arasını kesen değil, kul ile Allah'ı birleştiren, kulu Allah'a vasıl eden, teslim eden Allah'ın vazifelileridir.

3/AL-İ İMRAN-79: Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah ona kitap, hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara: “Allah’ı bırakın da, bana kul olun.” desin. Fakat “(en üst seviyede) ders alan ve Kitab’ı öğreten “RABBANİYYİN” (mürşid) lerden olun.” der.

3/ÂLİ İMRÂN-31: Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o zaman bana tâbî olun ki; Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın (sevaba çevirsin). Allah, GAFÛR’ur RAHÎM’dir. “

  “Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed Mustafa (SAV): "Allah’ın öyle sevgili kulları vardır ki, onlar Allah'a Allah’ın kullarını, Allah’ın kullarınada Allah'ı sevdirirler."

  Abdulkadir Geylani Hz. Müridlerin kitabı: 

S.1065: “Mürid, şeyhini, Aziz Celil Rabbi ile bir vasıta bilmelidir. RABBİNE ULAŞTIRAN BİR YOL ve bir sebeb bilmelidir…..“

  Mürşidleri Allah tayin eder. Mürşidler rüşd yolunun yani Allah’a giden yolun öğretmenleridirler.

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-112: Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar zillet (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah’ın ipine (Sıratı Mustakîm’e) ve insanlardan bir ipe (Allah’a ulaştıracak olan mürşide) tutunanlar (ulaşanlar) hariç. (Onlar) Allah’tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah’a) isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarındandır.

  Mürşid bir insandır. Allah ise o mürşidi yaratandır. O mürşidin mutlak hakimi Allah’tır. Bütün mürşidlerin iradeleri Allah’a bağlıdır. İrşad makamına tayin edilen kişi kendiliğinden karar veremez. Kararları veren ve onları bildiren Allah’tır. Görevleri  sadece Allah’ın bildirdiği kararları tebliğ etmektir. 

  O halde Mürşid; islamın 7 savhasını aşmış, ruhunu, vechini (fizik vücudunu), nefsini ve iradesini hayattayken Allah'a teslim etmiş, Kur’ân’ın 28 basamağını yaşamış, irşad makamına ulaşmış kişidir ve aynı zamanda sabrın sahibi olmuştur. 

  Araf suresinin 16.ayetine göre İblis, Allah’a ulaştıran Sırat-ı Müstakim yoluna oturarak, insanla Allahu Teala arasına girmiş ve Allah’a ulaşmak isteyen bütün insanların sağından, solundan, önünden ve arkasından sokulmak suretiyle onları hidayet yolu olan Sırat-ı Müstakim‘den dalalet yoluna çevireceğine dair and içmiştir.

7/A’RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak’udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A’RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

  İblisin bu tuzağından kurtulabilmek için Allah’ın yardımını bize ileten bir mürşidle gerçekleşir. Mürşidsiz bu tuzaktan kurtulmak mümkün değildir. 

  Allah kuluna elbette yeter. Bizler için nasıl peygamberleri vazifelendirdiyse yine bizler için onların aralarından varisleri olan hidayetçiler görevlendirir. Onları Allah tasarrufu altına almıştır. Yetkinin sahibi yine Allah’tır. Mürşidler ise sadece Allah’ın bir nimetidir. Allah, Allah’a ulaşmayı dilemeyeni bu nimetiyle şereflendirmez ve onu dalalette bırakır.

39/ZUMER-36: E leysallâhu bi kâfin abdeh(abdehu), ve yuhavvifûneke billezîne min dûnih(dûnihî), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah kuluna kâfi değil mi? Ve seni, O’ndan (Allah’tan) başkaları ile (başka ilâhlarla, putlarla) korkutuyorlar. Allah kimi dalâlette bırakırsa, o zaman onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur.

  Peygamber Efendimiz s.a.v. kainatın son peygamberidir. 

AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîlerin (Peygamberlerin) Hatemi’dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sav. Rahmeti Rahman'a kavuştuktan sonra varisleri olan mürşidler irşad vazifesini yerine getirirler. Mürşidler vesiledirler. Devrin imamları ise insanları Allah’a ulaştırır, hidayete erdirir; 

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

Her devirde zamanın halifeleri gelecekler. Onlar size ruh verecekler, onları arayın, bulun. Her kim zamanın imamına arif olmazsa o cahiliyet üzere ölür.” Hadis-i şerif

“Her devirde beni temsilen 1 kişi var. Hz.isa (A.S.)’i temsilen 3 kişi var. Hz.Musa (A.S.)’i temsilen 7 kişi var. Hz.ibrahim (A.S.)’i temsilen 40 kişi var.” Hadis-i şerif

“Allahû -Tealâ, her yüzyılın başında bu dîni ikame edecek birini mutlaka beas eder, gönderir.” Hadis-i şerif

“Kim bana itaat ederse muhakkak ki o; Allah’a itaat etmiştir. Kim bana isyan ederse o; Allah’a isyan etmiştir. Her kim imama, kâmil mürşide veya devrin imamına itaat ederse muhakkak ki; bana itaat etmiş olur. Her kim imama isyan ederse o da bana isyan etmiş olur.” (K: İbni Mâce, 8.cilt 2589 no’lu hadîs).

Hidayete erdiren hidayetçiler kıyamete kadar gönderilecektir.

13/RA’D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).

Hidayete ermek için mürşide tâbi olmak farzdır.

5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

  "Benden sonra nebi gelmeyecek, alimler gelecek, halifeler gelecek, onlara tabi olan bana tâbî olur, onlara asi olan bana asi olur." (Sahih buhari 9.cilt 1409.hadis - sahih buhari 11.cilt sayfa 181).

   “Allah’ın evliyasına tâbî olan şâkîlerden olmaz.” Hadis-i şerif

Eşref Rumi Hazretleri; “Mürid tövbe edip şeyhin irşadına teslim olmalıdır. Şeyhin elinden tutup bütün yaptıklarına ve günahlarına tövbe etmelidir. Çünkü hakiki şeyhin eli, hakikatta Peygamber Efendimiz (SAV)’in eli gibidir. Zira vekilidir.(Tam müzekkin nüfuz sayfa 443)

AbdulKadir Geylani H.Z. Müridlerin kitabı;
Sayfa 1069; Mürşidler Allah‘a vardıran yoldur. Yüce Allaha götüren delillerdir. YÜCE ALLAHIN HUZURUNA ÇIKILAN KAPILARDIR“. Anlatılan mana da olarak, her müride bir şeyh gereklidir. Bu şeyh dahi, beyan ettiğimiz üzere olacaktır, mürid dahi öyledir. Yani ALLAHA ULAŞMAK DİLEYEN her müride bir büyük zat gereklidir.“

Kehf Sûresi 17. Âyet-i Kerime’sinde Allahu Teala “veliyyen murşidâ“ sözüyle veli mürşidlerden bahsediyor. Yine bu ayete göre ruhu Allah’a ulaşan kişi HİDAYETE eriyor. Dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi ise dalâlette kalıyor, hidayete eremiyor. Allah onları hidayete ermeleri için bir mürşide ulaştırmıyor.

18/KEHF-17: …,men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

  Allah'a ulaşmayı dilemeyen ve mürşide tâbi olmayan him kimsenin ruhu gök katlarını aşarak Allah'a ulaşamıyor ve kişi hidayete eremiyor. Bu nedenle mürşid farzdır. Kişinin ruhu ancak Devrin imamının yardımıyla Allah’a ulaşıyor. 

55/RAHMÂN-33: Yâ ma’şerel cinni vel insi inisteta’tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).

Görüldüğü gibi kişi bu yolculuğu yalnız başına gerçekleştiremiyor. Mutlaka hidayete erdiren, Allah’a ulaştıran devrin imamı olan mürşid vasıtasıyla Allah’a ulaşılıyor.

7/A’RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk’a (Allah’a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.

   Peygamber Efendimiz s.a.v’in mürşidi Cebrail a.s.’dı.İsra 80’de Allahu Teala şöyle buyuruyor; 

17/İSRÂ-80: Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(nasîren).
Ve de ki: “Rabbim beni sıdk ile dahil et ve beni sıdk ile çıkar. Ve bana senin katından (gizli ilminden) bir yardımcı sultan kıl.”

Ayette görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz s.a.v’de Mürşidi Cebrail a.s vasıtası ile Allah’a ulaştı.

“Benim murebbim (mürşidim) olmasaydı ben de Rabbime arif olamazdım.” Hadis-i şerif

Bilal Nadir Hazretleri; “Sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım” demiş iken, Cebrâil (Aleyhis-selâm) Ona mürşid oldu ve kılavuzluk etti. Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz de bu yolu mürşidsiz yürümedi.“ (Müzekkin-Nüfus, s.419; El-Uhûdül Kübra, (İmâm-ı Şarâni), s.994.Berikâ, c.1, s. 58./Mirât-i Kâinât, c.1, s.414; Müzekkîn-Nüfus, s. 420.)

Peygamberlerin mürşidi Cebrail (a.s)‘dır. Peygamber olmayan insanların mürşidi ise insan mürşiddir. O halde mutlaka kişiyi Allah’a ulaştıran Allah’ın vazifelileri var.

Kişiyi Allah’a ulaştıran, hidayete erdiren Devrin İmamı ve hidayete erdirmeye vesile olan yani yardımcı olan mürşid hayatta olmalıdır, yaşıyor olmalıdır. Mürşid hayatta olmalı ki kişi Allah’a olan yolculuğunu devam ettirsin. Rahmetli olan bir mürşidin irşad görevi bitiyor. Bakara suresinin 45. ayet-i kerimesine göre mürşidi rahmetli olan kişinin HACET NAMAZI ile mürşidini Allah’tan istemesi gerekiyor. İsra suresinin 71. Ayeti kerimesinde Allahu Teala buyuruyor ki;

17/İSRÂ-71: Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
O gün bütün insanları, (Allah’ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav);
“Herkes kendi zamanlarının imamları ile Rablerinin kitabı, Peygamberlerinin de sünneti ile çağrılacaklardır.” (Suyuti, ed-Durru’l-Mensur, V, 317)

“Size ruh verenler gelecek, onları arayıp bulun. Kim zamanın imamına tâbi olmazsa cahiliyet üzere ölür.” (Hadîs-i Şerif)

” Onlardan (yani O hak dostlarından) biri vefat eder etmez derhal Allah (CC) yerine başka birini tayin eder.” (Ramuzel Hadis 4384 Nolu Had. Şer.)

Gavsül Azam Abdulkadir Geylani hz.lerinin ”ÖTELERDEN HABERLER” orj.adı ”SIRR’ÜL ESRAR” kitabından Abdulkadir Akçiçek çevirisi;
“Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hayatta olsaydı doğrudan alınacak ondan alınırdı. Gayrına ihtiyaç kalmazdı. Öbür aleme intilkal ettikten sonra, tecerred haline geçiyor, bizzat kendisi ile bağ kurulmuyor. İRŞADA MEMUR VELİLER de aynıdır. Onlar da bu alemden göçüp gidince, İRŞAD OLACAK OLMAZ. ANLAYIŞ EHLİ İSEN ANLA! DEĞİLSEN BİR ANLAYANI ARA…

Hayatta olan velinin, Peygamber S.A.V.EFENDİMİZ’ le her bakımdan ilgisi vardır. TAM VERASET HALİ BUNU GEREKTİRİR. Hayatta olduğu müddet o veraseti ve irşad makamını, idare eder.”

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav) Rahmet-i Rahman’a kavuştuktan sonra, daha defnedilmeden sahabe hemen Vekaleten Devrin imamı Hz.Ebu Bekir’e (r.a) tâbî olmuş.

Peygamber Efendimiz s.a.v’e tabi olan bütün sahâbe irşad makamına kadar ulaşmışlar, hepsi mürşid olmuşlar. Ensar ve muhacirînin hepsine tâbî olunduğu, Tevbe 100. âyet-i kerimeyle kesinlik kazanmaktadır. Sahâbeye tâbî olan tâbiîn, tâbiîne tâbî olan ise tebei tâbiîn adını almış ve Tevbe 100. ayeti kerimesine göre irşad makamının sahipleri oldukları için kendi zamanlarında Allah’a ulaşmayı dileyen kişileri irşad ederek Allah’a ulaşmalarına ve böylece hidayete ermelerine vesile olmuşlar.

TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler), onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden), bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe, irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu.) Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

  “Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbî olursanız hidayete erersiniz.” (K: İbn Abdilber Camiul-ilim; 11.110, İbn Hazm ahkam 4 c. 82.) 

 "Sahabe ve tâbiîn denilen ehli sünnet topluluğuna sarılın." Hadis-i şerif

  Bizi Allah’a götürecek mürşit hayatta olmalı ki haberi kaynağından, Allah’tan anlatsın, bizi Allah’a ulaştırsın, nefsimizi tezkiye ve tasfiye etmemize yardımcı olsun ki ezeli düşmanımız şeytanın tuzaklarından korunup dünya ve ahiret saadetine ulaşalım. 

  Mürşidin önünde tövbeden murad cereyan almaktır. Allah’ın Cebrail (A.S) ile gönderdiği cereyanın bir insana geçmesidir. Cereyan geçmezse ruhun vücuttan ayrılması mümkün değildir. Cereyan ancak, mürşide tâbî olduğumuz zaman o mürşid Allah’tan cereyanı almışsa bize geçer. Mürşid o cereyanın sahibi olan kişidir. Mürşid (iradesini de Allah’a teslim eden kişi) mutlak olarak cezbenin sahibidir. Cezbe mürşidin tanıtıcı vasfıdır. 

Cezbe; Allah tarafından verilen bir cereyanın insanın manevi kalbinden gecişi sırasında bütün vücudu veya vücudun değişik organlarını tesir altına alarak şiddetli bir şekilde sarması, titremesi halidir. Allah’tan gelen ferahlatıcı bir cereyan olup zikirle oluşur. Tahkiki imanın 1. kısmıdır. Allah kişiye cezbeyle varlığını hissettir. Şeytanın cezbe verme yetkisi kesinlikle yoktur.

8/ENFÂL-2: İnnemel mu’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.

22/HACC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar, Allah’ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah’tan gelen bir cereyanla kalpleri ve vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikame edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.
El el üstüne tutularak yapılan tâbiyet esnasında Allah’ın cereyanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elinden sahabeye geçmiş ve bu feyiz mürşidlerden müridlere aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.

“Peygamber Efendimiz (S.A.V) her sene Hira dağındaki Nur mağarasına çıkarmış, itikafa çekilirmiş, 30 gün bazen 40 gün orada kalırmış. 40 yaşına bastığı zaman bir gün Cebrail (A.S) bembeyaz elbiseler içinde insan hüviyetinde görünmüş. O’na doğru bir adım atmış ve “İkra; Oku!” demiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V) demiş ki: “Ben okuma yazma bilmiyorum, ümmiyim.” Bir adım daha atmış Cebrail (A.S), Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yaklaşmış. Gene “Oku!” demiş. Gene aynı cevabı almış. Üçüncü adımda: “İkra, bi ismi Rabbike; Rabbinin ismiyle oku!” demiş ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kollarıyla sımsıkı sarılmış. Allah’ın cereyanı Cebrail (A.S)’e gelmiş, O’ndan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e geçmis, ikisi de şiddetle sarsılmış.”

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 30 yıl sonra Hz. Ali sahâbeye; “Ey sahâbe, ey benim aziz kardeşlerim, sizlere ne oldu? Bundan 30 yıl evvel ben sizin cezbenizden bu mescidin tavanlarının sarsıldığını bilirim. Ne oldu sizlere? “ diyor.
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hangi mürşide tâbî olurlarsa olsunlar, tâbiyetleri gecerli sayılmıyor ve ruhları vücutlarından ayrılmıyor. Ve o kişi tarikat üzerinde, yani Allah’a ulaştıracak yollar üzerinde (sırat-ı müstakim üzerinde) olamıyor ve ruhu Allah’a ulaşmıyor.

72/CİNN-16: Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).
Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah’a) yönelselerdi, onları mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık (bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.

  Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin tâbiyeti, o kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Çünkü tâbiyet geçerli olmaz. 

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”

   İmam Şa’ranî Hz:

“Eğer sadık olursa Allah’a vasıl olur. Yoksa bin mürşid bir araya gelse bile bu adamı vuslata erdiremez. Görmezmisin ki Rasulullah (s.a.v.) ekmel-i mürşidin olduğu halde bir kısım ona sadakatle bağlandı, diğer kısım münafık oldu veya yüz çevirip helak oldu.( 13 )“

Kalpten Allaha ulaşmayı dileyip 12 ihsan ile mürşidine ulaşan kişinin tâbiiyeti geçerlidir. Bu kişi o tâbiiyet sırasında Allah’tan 7 tane ni’met alır.

  1.Nimet: Kişinin başının üzerine ise devrin imamının ruhu gelir, yerleşir. 

  O kişinin ruhuna Allah’a ulaşma gününün geldiğini bildirerek, ruha fizik vücudu terketmesini ihtar eder, Allah’ın emrini bildirir. Ancak bu emri alan ruh fizik vücudu terkederek Allah’a olan yolculuğuna başlayabilir.

40/MU’MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

“Allah, ni’metini kullar üzerinde görmek ister.” Hadis-i şerif

” Size ruh verenler gelecek, onları arayıp bulun. Kim zamanın imamına tâbî olmazsa cahiliyet üzere ölür.” (Sahihi Müslim 58, hadis no. 1851)

  Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine yere paralel bir şekilde önden arkaya doğru muhafız olarak yerleşir. Kişi böylece koruma altına girer. 

26/ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn (mu’minîne).
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.

  Peygamber Efendimiz sav’e tâbi olan sahabe korunma altına alınmışlar. Şeytan nefse tesir eder. Mürşidi olmayan kişi başının üzerinde muhafız olarak devrin imamının ruhu olmadığı için tek başına, şeytanın telkinlerinden kendisini koruyamaz. Şeytan onu kolaylıkla Allah’ın yolundan ayırır. Ancak tabi olan kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu muhafız olarak yerleştiği için o kişiyi şeytanın oyunlarından, kandırmacasından korur.

2.Nimet: Devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip, yerleşmesiyle kişinin kalbine îmân yazılır.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Mürşide tâbiyetle kalpteki küfür alınır. Böylece karanlıkların çekim alanı yok olur ve kalbimize “îmân” kelimesi bir nur olarak yazılır. Bu kelimenin çekim gücü sebebiyle Allah’ın nurları, fazıllar “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar.

  Kalbimize yazılan îmân kelimesi bir manyetik alanın sahibidir. Allah’ın katından gelen fazıllar ise karşıt manyetik alanın sahibidir. Allah Allah diye zikir yaptığımız zaman Allah’ın katından gelen fazıllar karşıt manyetik alanın sahibi oldukları için kalbe ulaştıklarında îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar. Böylece kalp fazıl nurları tarafından işgal edilir ve nefs tezkiyesi başlar. Fazıllar Allah’ın her emrine itaat eden, yasaklarını yapmayan bir hüviyete sahiptir. Ruhun hasleti nefse fazıl olarak yerleşir.

Aşktan haber bilenlerin,
Aşk derdiyle dolanların,
Küfrü iman olanların,
Ayıplama güldüğünü. (Yunus Emre Hz.)

  3.Nimet: Kişi mürşidine tâbi olduktan sonra ruhu vücuttan ayrılarak Allah'a doğru yola çıkar ve Allah’a ulaşan yol olan Sırat-ı Müstakim‘e ulaşır. 

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

 Yunus Emre Hz.; "Kanatlandık kuş olduk, uçtuk elhamdülillah” (Mürşidi Taptuk Emre Hz.lerine tâbi olduktan sonra ruhunun sırat-ı müstakime ulaştığını anlatıyor.)

  İmam-ı Gazali (k.s): Abidler yolu.

“Bu yol uzunluk kısalık bakımından insanların yürüyerek kat ettiği ve kişinin kuvvetli veya zayıf olmasına bağlı mesafelerden değildir. O yol gönüllerin süluk ettiği RUHANİ BİR YOLCULUKTUR .“

       4.Nimet; Kişinin Allah’tan aldığı ni’metlerin iki ayrı açıdan artışı.

1-Günahlar sevaba çevrilir.

Kişi Allaha ulaşmayı dilediği zaman Allah o kişinin günahlarını örtmüştü. Allahu Teala’nın verdiği en önemli nimetlerden bir taneside kişi mürşidine tâbi olduğu zaman Allah o kişinin günahlarını sevaba çevirir;
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

  “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” (K: Tirmizî, Kiyâme, 49; Ibn Mâce, Zühd, 30).  

  "Başkalarını Allah’a Davet Eden Kişiye, Tâbî Olanların Sevabı Kadar Sevap Verilir. Ama Tâbî Olanların Sevabından Allah Hiçbir Şeyi Eksiltmez." (İbn Kesîr, Tefsir, IV, 258.) 

  “Bir kişi gerçekten İslâm’a girerse, onun bütün günahlarını Allahû Tealâ örter, ondan sonra sıra mükâfat ve mücazata gelir. O kişinin bir hasenatına on mislinden yedi yüz misline kadar mükâfat verilir. Seyyiatına de misliyle mücazat verilir.” (Sahihi Buhari, 1. cilt, 39)

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz;
“Hak şerleri hayreyler,
Zannetmeki gayreyler,
Arif anı seyreyler,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”

Hz.Rabia; “Benim seyyiatim senedimdir.”

  2-Sevapların 1 e 10 dan, 1 e 700 e çıkarılır.

Allah’ın o güne kadar verdiği dereceler 1’e 10 iken, tâbiyetten itibaren 1’e 100 olur.Ve nefsin her kademede temizlenmesine paralel olarak ruhun her gök katındaki yolculuğunda bu derece 700’e kadar artar. Ruh Allah’a ulaştığı zaman o kişinin her bir kazandığı derece karşılığında 1’e 700 ni’met verilir.

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.

“Ölmeden önce ölünüz ki (ölmeden önce ruhunuzu Allah’a ulaştırınız, teslim ediniz ki), Allah size bir’e yedi yüz versin.” Hadis-i şerif

5.Nimet; Nefs teskiyesi başlar.

Fizik vücud hastalandığı zaman tedavi istikametinde nasıl doktorlara gidiyorsak, nefsin de hastalıkları sebebiyle doktora gitmemiz, tedavi olmamız gerekir.

Mevlâna Hz : “Allah’ın peygamberleri doktorlardır, Allah’ın velî kulları, velî mürşidleri de sağlık memurlarıdır.”

Bizi bu dünya hayatında mutsuz kılan nefsimizin afetleridir. Şeytan bu afetlerin hepsine tesir etme imkânına sahip ve nefsteki bu afetlere sığınarak insanları dalalete düşürmeye çalışır.

“Şeytanın kapısını zikirle kitleyiniz.“ Hadis-i şerif

Allah’ın tayin ettiği mürşide ulaşan kişi tâbiyetle nefs tezkiyesine başlar. Nefsimizi temizlemek üzerimize farzdır.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

Tâbi olan kişiye Allah rahim esmasıyla tecelli eder ve rahim esmasının sonucu kişinin nefsinin kalbine fazl nuru ulaşır.

“En nezafetü minel iman“ “Temizlik imandan gelir” Hadis-i şerif

   Tâbiyetle kalbine iman yazılan kişi “Allah, Allah, Allah” diye zikrettikçe kalbine gelen fazl nuru îmân kelimesinin etrafında toplanır ve nefs temizlenmeye başlar. 

“Gerçek mücahit Nefs-i Emmaresi ile cihad eden kimsedir.” (K:Tirmizi, Ahmed bin Hanbel, Ramuzu’l-Ehadis, cilt.ı, sayfa. 233-4).

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ; Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
“Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” buyurdu.
Ashab: “Ey Allahın Resülü, büyük cihad nedir?” diye sorunca;
“En büyük Cihad, (Allah´ın emirlerini yerine getirmesi için) nefsle yapılan mücahededir.” Buyurdu.

  "Senin en düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir." (K: Kenzul Hakaik, Beyhaki).

“Gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.” (K: Müslim, Birr 106).

En büyük cihad nefsle yapılan cihaddır (yani nefsle yapılan savaş). Kişinin nefsi zikirle aydınlanarak afetlerden arınır.

6.ni’met; Fizik vücud şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlar.

29/ANKEBÛT-56: Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn (a’budûni).
Ey âmenû olan (Bana ulaşmayı dileyen) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse yalnız Bana kul olun!

7.Nimet; İrade güçlenmeye başlar.

33/AHZÂB-43: Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen).
Sizi (nefsinizin kalbini), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (vasıtasıyla nur) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, mü’minlere Rahîm(dir). (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

Kişi böylece Allah’ın emirlerini zevkle yerine getirir ve “Allah“ zikriyle nefsinin kalbi nurlandıkça ruhu Allah’a doğru yükselir.

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

   “İbadet, dua eden müminin ruhunun yükselerek Allah’a ulaşmasıdır ” (Tirmizi, Davut,112) 

Abdulkadir Geylani’nin Menkibeleri Cevherden Gerdanliklar Muhammed bin Yahya Et-Tadifi; “Allah’ın yoluna süluk eden, mutlaka Allah’a vasıl olur (Allah’a ulaşır).“

Nefsin kalbi “Allah” zikriyle % 51, yani yarı yarıya temizlendigi zaman ruh, Sırat-ı Müstakim üzerinden Allah’a olan yolculuğunu tamamlar. Ruh ölmeden önce Allah’ın Zat’ına ulaşır, vasıl olur, kavuşur. Allah’ın Zat‘ında ifna olur, yok olur (ruh ölmeden önce Allah’a teslim olur).

78/NEBE-39:  femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.

  Ruhu Allah'a ulaşan kişi hidayete erer. 

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

  İşte Bakara suresinin 120. ve Ali imran suresinin 73. ayetlerinde geçen hidayet budur. Allahu Teala’nın emri hepimizin Allaha ulaşmayı dileyerek bu safhaları bir bir aşıp hidayete ermemizdir.

Allah’a ulaşmayı dilemek kişiye ne kazandırır?

Rum suresinin 31.ayetine göre kişi dilediği an takva sahibi olur.

30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Takva sahibi olduğu için de Kaf suresinin 31.ve 32. ayetine göre gideceği yer cennettir.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte vaadolduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah’a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafîz (başları üzerinde devrin imamının ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.

  “Allah'tan baska ilah olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet ediniz. Bu iki cümleye inanarak Allah'a mülaki olan (Ruhunu Allah'a ulaştıran) bir kulun cennetten mahrum kalması düşünülemez." (Riyazussalihin s.389) 

   “Cennet, size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de böyledir. “(Buhari; rikak 29, Ahmed; 1/387, 413,2036) 

O kişi Allaha ulaşmayı dilediği an Allahû Tealâ bütün günahlarını Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesi gereğince örter.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

  “Bir kişi gerçekten İslâm’a girerse, onun bütün günahlarını Allahû Tealâ örter.“ (Sahihi Buhari,1.cilt,39)
    Öyleyse bu bir müjde değil mi ? Kişinin bir tek Allah’a ulaşma dileği ile sevapları günahlarından fazla oluyor. Ve sevapları günahlarından fazla olunca gireceği yer Allah’ın cenneti oluyor. 

23/MU’MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Bir dilekle Allahû Tealâ müjdeleri ard arda veriyor. Allahu Teala Bakara suresinin 186.ayetinde “Bana dua edenin duasına icabet ederim. O halde onlarda Benim davetime icabet etsinler, Bana ulaşmayı dilesinler “ buyuruyor.

Bütün gönlümüzden Allah’ı isteyerek yalvaralım Mevla’ya!

“Ya Rabbi!… Ben Sana ruhumu ölmeden evvel ulaştırmak istiyorum. Benim ruhumu Sana ulaştır. Senin bunca ermiş evliyan varya Hz.Veysel Karani, Hz.Yunus, Hz.Rabia, Hz.Meryem ve daha bir çokları Sana nasıl ermişlerse ben de o ermişlerden birisi olmak istiyorum. Beni sana ermiş, ruhunu Sana ulaştırmış kullarından eyle ve dostluğuna kabul et!. Eğer dileğim kalbi değilse bana kalbi dilek yapmayı nasip kıl Ya Rabbi!…”

Bütün kapıları açan tek anahtar;

RUHUMUZU ÖLMEDEN ÖNCE ALLAH’A ULAŞTIRMAYI DİLEMEKTİR.

Peki tebliğlere rağmen kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse ne olur?
Kişinin hidayette olması mutlaka Allaha ulaşmayı dilemesine bağlı. Yunus suresinin 45. ayetinde Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi hidayette değil;
10/YÛNUS-45: …,kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
“Bir zaman gelecek ki Kur’an-ı Kerim’in resmi ve islamın ismi kalacak. İnsanlar Allah’tan en uzak kişiler oldukları halde islami isimlerle anılacaklar. Onların o gün mescidleri dışarıdan mamur, ama içinde hidayetten eser olmayacak.” Hadis-i şerif
Rad suresinin 27.ayeti kerimesine göre bu kişi dalalette;
13/RA’D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Bu kişi Rum 31’e göre takva sahibi değil, şirkte;

30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

“Ben ümmetimin açık şirke girmesinden korkmuyorum. Fakat gizli şirke girmesinden korkuyorum.” Hadis-i şerif

Allahu Teala Kehf suresinin 105.ayeti kerimesinde Allaha ulaşmayı dilemeyenin amellerinin boşa gittiğini buyuruyor;

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

  "Sizden hiç birinizi ameli cennete sokmayacaktır ancak Allah’ın rahmetiyle cennete gireceksiniz ." (had. ansk.kütüb-i sitte 13/371) 

“Niyet amelden üstündür.” Hadis-i şerif

“Öyle insanlar vardir ki, cehennemlik amel işlerler, cennete gidecekler. Öyle insanlar vardir ki cennetlik amel işlerler ama cehenneme gideceklerdir.” Hadis-i şerif

Allah’a ulaşmayı dilememesi sebebiyle amelleri boşa giden kişi, günahları sevaplarından fazla olan kişidir.

23/MU’MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Akil ve baliğ olan herkese hidayetçiler hidayeti tebliğ ederler. Tebliğe muhatap olan kişi bu farz emri işittiği halde Allaha ulaşmayı dilemiyorsa, Allahu Teala, Yunus suresinin 7 ve 8. ayetlerinde bu kişilerin gideceği yerin cehennem olduğunu söylüyor.

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Üstelik dilemeyen kişilerin ahiret saadeti olmadığı gibi dünya saadetide yok. Hep huzursuz ve mutsuz.

6/EN’ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Oysa Allahu Teala, en çok sevdiği insanın “Allah’a ulaşmayı dileyerek” hem bu dünyada hem de ahirette sonsuz bir saadete ulaşarak, kurtuluşa ermesini istiyor. Kur’an’ı Kerim’in bu farz emri, Allah’ın vazifelileri (uyarıcıları) tarafından herkese duyurulmuş. Mülk 8,9,10 ayetlerine göre cehenneme giden herkese tebliğ yapılmış. Bu ayetlerde geçen kişiler kendilerine bir uyarıcının geldiğini, onlara inanmadıklarını ve yalanladıklarını söylüyorlar.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Herbir grup oraya (cehenneme) atıldığında, cehennem bekçileri (vazifelileri) onlara: “Size nezir (ikaz edici, uyarıcı) gelmedi mi?” diye sorarlar.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
(Cehenneme atılanlar) derler ki: “Evet, andolsun ki bize nezir geldi. Ama biz, onu yalanladık ve Allah, hiçbir şey indirmemiştir, dedik ve siz, büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve derler ki: “Eğer biz işitmiş ve akletmiş (idrak etmiş) olsaydık burada, ateş ehlinin içinde mi olurduk?”

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi daveti dikkate almayan bu kişiler ne yazık ki cehenneme gitmişler. Allah’ın vazifelilerinin (uyarıcılarının) “Allah’a ulaşmayı dileyin, eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz gideceğiniz yer cennettir “duyurusunu dikkate alan kişiler ise kurtuluşa ermişler.

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah’a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.

Kişinin kurtuluşa ulaşabilmesi ancak Allah’a ulaşmayı dileme talebine bağlı. Rum 31’e göre kişi dilediği an takva sahibi olduğu için gideceği yer cennet;

Sahabe, Peygamber Efendimiz sav ‘e:”Lâilâhe illallah cennetin anahtarı değil mi?diye soruyor. Peygamber Efendimiz sav’de “Evet, öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz”cevabını veriyor.(Buhârî,Cenâiz1)

O halde; Kurtuluşun ve Mutluluğun anahtarı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Sadece kalpten Rabbimize karşı bir dilek dilemek!..

Yunus Emre Hz.lerinin buyurduğu gibi; “Dervişlik bir dilektir, bilene düğün dernektir.”

Allah’ın daveti O’na ulaşmak ve O’na dost olmaktır. Bakara suresinin 257.ayeti kerimesinde AllahuTeala buyuruyor ki;

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

Nebiler sultanı Peygamber Efendimiz “Ben nasıl müjdeliyorsam sizde öyle müjdeleyin, müjdeleyin ki Allah’ın Zatı’na şahit olanlar cennette birlikte olacaklardır.” buyuruyor.

Bu davet; Müjdeye davettir!..Mutluluğa, Huzura davettir!..Sevgiye davettir!..

İşte Mevlana Hz.
“Biz bu topraklara sevgiden başka bir tohum ekmedik”

İşte Yunus Emre Hz.
“Yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü”

“Biz gelmedik dava için,
Bizim işimiz sevgi için,
Dosdun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldik.”

Görüldüğü gibi bu yol, sevgi yolu, muhabbet yolu, mutluluk yolu, Kurtuluş yolu!..

  Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman 1. kat cennetin sahibi olur. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman, 2. kat cennetin, ruhu Allah’a ulaştığı, hidayete erdiği zaman zaman ise, 3.kat cennetin sahibi olur. 

  "AMENU OLMADIKÇA CENNETE GİREMEZSİNİZ, BİRBİRİNİZİ SEVMEDİKÇE MÜMİN OLAMAZSINIZ." Hadis-i şerif

İnşaallah bütün insanlığın Allah’a ulaşmayı dileyerek, nefslerinin nur kapısını Allah’a döndürmelerini ve hidayete ererek, mutluluğa ve kurtuluşa ulaşmalarını Yüce Rabbimizden diliyoruz.
Allah razı olsun.