CENNETE GİRMEYE MANİ OLAN HURAFELER
Euzubillahimineşşeytanirracîm Bismillahirrahmanirrahîm.
Üç vücut, serbest irade ve akıl ile yaratılan insan, kainatın tek dini olan Hanif Dini’ni yaşayabilecek ve Allah‘a teslim olabilecek özellikte yaratılmıştır.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Allahu Teala Kur’an’ı Kerim’de hiçbir şeyi eksik bırakmadığını buyuruyor.
6/EN’ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).
“Mukaddes ve Yüce olan Allah’ın Kitab’ıdır. O’nda, sizden öncekilerin, sizden sonrakilerin haberi ve kendi aranızdakinin hükmü vardır. O, Allah’ın kesin sözüdür. Kim ki, kibrinden dolayı o Kitab’ı terkederse, Allah onun belini kırar. Kim de hidayeti O’ndan başkasından ararsa, Allah, o kimseyi dalâlette bırakır. O, Allah’ın sapsağlam bir ipi, apaçık bir nuru ve Sırat-ı Mustakîm’e ulaştıran hikmet dolu bir haberidir.” Hadis-i şerif
Hanif dinini yaşayabilme ölçüsü Kur’an’da verilmiştir. Ne yazık ki 14 asır sonra Kur’an unutulmuş ve Kur’an’ın yerini emaniye bilgiler içeren el yazması kitaplar ve mevzu hadisler almış.
2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah’ın) Kitabı’nı bilmezler, sadece emaniyyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zannediyorlar.
2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazarlar, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu, Allah’ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
“İnsanların bi’datcilerin görüşlerini benimseyip farkında olmadan şirk koştukları, ilmi geçim için tahsil ettikleri ve dinlerini dünyalıklarına alet ettikleri bir zaman gelecektir.” Hadis-i şerif
3/AL-İ İMRAN-78: Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlardan bir grup vardır ki; Kitab’tan olmadığı halde, onu Kitab’tan (mış gibi) zannetmeniz için dillerini Kitab’tan yana evirip, çevirirler ve: “Bu Allah katındandır.” derler. Oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı, bile bile yalan söylerler.
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
“Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Hadis-i şerif, Tirmizî)
Kur’an, doğruyu yanlıştan ayıran furkandır;
2/BAKARA-185: Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah’a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ân, Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) Allah’ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)“Bir zamanlar koyu gece karanlıkları gibi fitneler olacaktır.” buyuruyor: Bu fitnelerin vukua geldiği dönemde Hz. Ali (R.A): “Kurtuluş ne iledir Ey Allah’ın Resûl’ü?” deyince, Hz Peygamber (S.A.V) Efendimiz “Allah’ın Kitab’ı olan Furkan’la, Kur’ân-ı Kerim’ledir. Çünkü sizden evvelkilerin haberi bu Kitap’ta vardır. Sizden sonrakilerin de haberi bu Kitap’ta vardır. Sizin aranızdakilerin de hükmü bu kitapta vardır.” (Hadis-i şerif)
“Dalaletten kurtulup hidayet bulmayı istiyorsanız, Kur-an-ı Kerim’i ders edinin” Hadis-i şerif
Said-i Nursi Hazretleri Risale-i Nur:
“Elimizde Kur’an gibi bir mucize-i baki varken, başka bir burhan aramak aklıma zaid gelir.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) 14 asır evvel Kur’an’la hükmetmiş ve sadece Kur’an öğretmiştir.
4/NİSÂ-105: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh(erâkallâhu), ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).
Muhakkak ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için Biz, sana Kitab’ı hak olarak indirdik. Ve ihanet edenlere taraftar olma.
Günümüzde insanların büyük çoğunluğu, Kur’an yerine, kendilerine, insanların yazdığı kitaplarla ilim öğretilenlerdir. Asırlardan beri insanlar bu kitaplara bakarak her türlü dîni konuda açıklamalar yapmışlar. Şeytanında devreye girmesi sonucuyla tamamen Kur’an’a ters düşen bi’datlere dayalı bir din tatbikatı uygulanmış.
4/NİSÂ-118: Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Allah, ona (şeytana) lânet etti. Ve (şeytan) şöyle dedi: “Ben mutlaka, Senin kullarından belli bir nasib edineceğim.”
4/NİSÂ-119: Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).
Ve onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka emaniyyeye (kuruntuya) düşüreceğim ve mutlaka onlara emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların kulaklarını kesecekler ve onlara emredeceğim, öyle ki mutlaka, Allah’ın yarattığını değiştirecekler. Ve kim, Allah’tan başka, şeytanı dost edinirse artık o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.
15/HİCR-90: Ke mâ enzelnâ alel muktesimîn(muktesimîne).
Muktesimlere (kısım kısım ayıranlara) indirdiğimiz gibi.
15/HİCR-91: Ellezîne cealûl kur’âne ıdîn(ıdîne).
Onlar, Kur’ân-ı Kerim’i parça parça kıldılar.
“Sözün en doğrusu Allah’ın Kitab’ıdır. Yolun en faziletlisi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz’in yoludur. İşlerin en şerrlileri sonradan icat edilen bid’atlardır. Bid’at dalâlettir, dalâletin sonu nar-ı cehennemdir. “(K: Müslim, Cuma-463 İbn Mace, Mukaddime-7 İbn Hibban, Es Sahih).
Kur’an dışındaki din ilminin (üstelik Kur’an’a uygun diyorlar) bir din tatbikatının bugün insanlığı cennete götürecek bütün formülleri insanların elinden alınmıştır.
Günümüzde cennete girebilme konusunda en büyük yanlış islamın 7 safha 4 tesliminin, islamın 5 şartıyla değiştirilmiş olmasıdır. Üstelik buna bir de uydurma hadis eklenmiş. “Bir bedevi gelmiş “ey Alah’ın Resulü ben cennete gitmek istiyorum, ne yapayım” demiş. Resulullah (s.a.v)’de “namaz kıl, oruç tut, zekat ver, hacca git ve kelimeyi şehadet getir cennete gidersin” demiş.” Allaha ulaşmayı dilemek ve zikir devreden çıkartılmış. İslâm’ın 5 şartı insanları cehenneme sürükleyen kâinattaki en korkunç tuzaktır. İslamın 5 şartıyla hiç kimse cennete gidemez. İslamın 5 şartı ibadetlerden oluşan vasıta emirlerdir. Hedef Allaha ulaşmayı dilemektir.
Ruhun Allah’a ulaştırılması Kur’an’da kesin bir şekilde emredilmiştir.
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
Bu emri yerine getiren kişi ancak cennete girmeyi hak eder. Neden? Çünkü kişi Allaha ulaşmayı dilediği an, Allahû Tealâ o kişiye Rahmân esmasıyla tecelli eder ve furkanlar vererek bütün günahlarını Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesi gereğince örter. Kişinin bir tek Allah’a ulaşma dileği ile sevapları günahlarından fazla olur. Ve sevapları günahlarından fazla olduğu için gideceği yer cennet olur.
23/MU’MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
Sahabe-i Kiram bundan 14 asır önce, Peygamber Efendimiz s.a.v.’in davetine icabet edip Zümer suresinin 17. ayeti kerimesine göre Allah’ın varlığına, bir olduğuna inandıktan sonra Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’tan cennet müjdesi almışlar.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bir tek dilekle kurtuluş bu kadar kolayken!..Bir tek dilekle cennetin kapıları açılırken!..“Ruh çıkınca insan ölür, hayattayken ruhun Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur, ruh ancak ölümle Allah’a ulaşır” hurafesi insanın cennete girmesine mani oluyor. Oysa Bakara suresinin 120. ve Ali İmran suresinin 73.ayeti kerimelerine baktığımızda hidayetin insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşması olduğunu görüyoruz.
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
3 / ÂLİ İMRÂN – 73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm’dir (en iyi bilendir).
Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Benim hadislerim tartışılacak, tartışıldığı vakit siz Kur’ana bakın, benim hadislerim Kur'an-ı Kerime ters düşmez." buyuruyor. Ölçü açık ve net. “Kalbinde zerre kadar imanı olan, cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girecektir” hadisi bir uydurma hadistir. Hadisi şerifi Kur’an ayetleriyle karşılaştırdığımız zaman bunun mevzu hadis olduğunu görüyoruz.
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”
32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De ki: “Fetih günü, kâfir olanlara (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez.”
2/BAKARA 257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tagûtu yuhricûnehum minen nûri ilaz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, îmân eden o kimselerin dostu (ve yardımcısı)dır. Onları (onların nefslerinin kalplerini) zulümattan nura çıkarır. O kâfir kimseler ki; onlar tagutun (şeytanın) dostlarıdır. Onlar (onların nefslerinin kalpleri) nurdan zulümata çıkarılırlar. İşte onlar, ateş halkıdır. Onlar, orada ebedî kalıcıdırlar.
Kim cehenneme cezalanmak üzere girerse, onun cehennemden çıkması hiç bir şekilde mümkün değildir. Cehenneme girer ve ebediyyen orada kalır. Bu 59 ayetle ispat edilmiştir.
Cehennemde sayılı gün (günahları kadar ) yanıpta çıkış yoktur;
3/ÂLİ İMRÂN-24: Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu (döneklik), hiç şüphesiz onların: “Bize asla ateş dokunmaz ancak sayılı (birkaç gün) günler hariç.” demelerinden ve uydurdukları şeylerin dînlerinde kendilerini aldatmış olmasındandır.
2/BAKARA-80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
2/BAKARA-81: Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Hayır, (sandığınız gibi değil) kim günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
Cehennem ebedidir, süreklilik arzeden bir azap yeridir;
2/BAKARA-167:Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerreten fe neteberree minhum kemâ teberreû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne minen nâr(nârı).
Ve o (Allah’tan başkasına) tâbî olanlar dedi ki: “Keşke bizim için (dünyaya) bir kere daha dönüş olsaydı. O zaman bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşırdık.” Böylece Allah, onlara amellerinin hasara uğradığını (hüsrana düştüklerini) gösterecek. Ve onlar ateşten çıkacak da değiller.
41/FUSSİLET-28: Zâlike cezâu a’dâillâhin nâr(nâru), lehum fîhâ dârul huld(huldi), cezâen bimâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
İşte bu Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bilerek inkâr etmiş olmaları sebebiyle ceza olarak, onlar için orada ebedîlik yurdu vardır.
32/SECDE-14: Fe zûkuû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Öyleyse bu “likâe” (Allah’a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.
98/BEYYİNE-6: İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi velmuşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ, ulâike hum şerrul beriyeh(beriyyeti).
Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.
Cennette ebedidir. Cennete giren de ebediyyen orada kalacaktır;
11/HÛD-108: Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
Fakat mutlu olanlar, artık cennettedir. (Cennetlerin) semaları ve arzı durdukça, Rabbinin dilediği şey (cenneti yok etmeyi dilemesi) hariç, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).
15/HİCR-48: Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhrecîn(muhrecîne).
Onlara, orada bir yorgunluk dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak değildirler.
—“Sahabe Hz.Muhammed (SAV) Efendimize soruyor:
–Ya Resulullah! Allah bizim cehenneme ya da cennete gideceğimizi biliyormu?
–Biliyor.
–Cehennemlikler, cennete gidebilirmi?
Allah’ın Resulü:
–Hayır,diyor.
–Cennetlikler cehenneme gidebilir mi? diye soruyorlar.
–Hayır,diyor.
–O zaman biz niye buradayız?,diyorlar ve Resulullah’tan ayrılıyorlar.Sabah namazında ayrılanların hepsi geri geliyor ve Resulullah’a tabi olmak suretiyle namaz kılıyorlar.
Resulullah diyor ki:
–Size ne oldu,niye geri döndünüz?
–Bizi bir güc buraya getirdi, diyorlar.”
Görülüyor ki; cennette ve cehennemde devamlılık, Kur’ân-ı Kerim’in kesin bir hükmüdür.
Cehennemden çıkış var hurafelerine inandırılan ve kandırılan kişiler “Ben Allah’ın tek olduğuna inanıyorum, zaten cehennemden de çıkış var, biraz daha hayatımı yaşayayım” deyip Allah sevgisi olmadan bir yaşamın yaşam olduğunu zannetip, Allah’a ulaşmayı dilemeyi askıya alıp, Allah’ın yoluna girmeyi ertelemekteler.
Fitne çıkartan faydasız ilim sahipleri “Kim La ilahe illallah derse cennete girer” diyerek bu bidatle insanları ebedi cennet hayatından mahrum etmekteler.
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
“Kıyamet gününde şerlilerin en şerlisi ilmi kendisine fayda vermeyen alimlerdir.” Hadis-i şerif
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar kâfirdirler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar (men ederler) (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah, onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
“Abdullah b. Amr b. el-As (R.A) diyor ki:”Ben Resulullah (S.A.V) şöyle söylerken işittim: “Allah ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kaldırmaz, bilakis alimlerin canlarını almak suretiyle ilmi kaldırır. Aralarında hiç bir alim kalmaz da insanlar cahilleri önderler edinirler, onlara sorular sorarlar, onlar da bilgisizce (Kur’an’a dayanmadan reyleriyle) fetva verirler ve böylece hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar.”(Kitab-ul Burhan Fi Alamet-i Mehdiyy-il Ahir Zaman-20)
Bu kişi ömrü boyunca “La ilahe illallah” desin, ama Allah’a ulaşmayı dilemesin asla cennete gidemez.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Çünkü dilemediği için kalbine iman girmedi;
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”
Bu kişinin cennete girebilmesi için, Allah’a inandıktan sonra mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyip takva sahibi olması gerekiyor. Cennete sadece takva sahipleri girer. Rum 31’e göre Allah’a ulaşmayı dileyen takva sahibidir. Takva sahipleri Kaf 31,32’ye göre cennete girer.
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte vaadolduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah’a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafîz (başları üzerinde devrin imamının ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.
Sonsuz bir zaman aralığından sonra, herşeyin (kainatın) tekrar enerjiye çevrilip, yok olması söz konusudur. Allah’ın Zatı hariç, herşeyin yok olması söz konusudur. Allah ise bakidir (ezeli ve ebedidir).
55/RAHMAN-26: Kullu men aleyhâ fân(fânin).
Bütün insanlar (herkes) fani olacaktır.
55/RAHMAN-27: Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Sadece Zülcelali Ve’l İkram olan Rabbinin Zat’ı bâki kalacaktır.
28/KASAS-88: Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve Allah ile beraber başka bir ilâha dua etme. O’ndan başka ilâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç, herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.
Enam 128 ve Hud 107’de Allah’ın cehennemi yok etmeyi dilemesine kadar, cehennemliklerin ebediyyen cehennemde kalmasi ifade ediliyor.
6/EN’AM-128: Ve yevme yahşuruhum cemîa(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Ve onların hepsini biraraya topladığı gün (Allahû Tealâ şöyle buyuracaktır): “Ey cin topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız (tagutların arasına insanları da kattınız).” Onlara dost olan insanlardan bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına (sonuna) eriştik.” (Allahû Tealâ): “Allah’ın dilediği şey (cehennemin yok olma zamanı gelmesi hali) hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedî kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki; senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir.
11/HUD-107: Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel’ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne rabbeke fe’âlun limâ yurîd(yurîdu).
Onlar, semalar ve yeryüzü (cehennemin semaları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). Rabbinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi yapandır.
Allahû Tealâ, herşeyin enerjiye döndürüleceği devreden bahsediyor. O zaman insanlar da cehennemlerle beraber yok olacaktır. Cennet de yine insanlarıyla beraber yok olacaktır. Cennetin de cehennemin de gökleri beraber çatlayacaktır.
Enam 128, Hud 107’de “mâ; Şey” geçmesine rağman “men; kişi” olarak değerlendirilmiş.
Yine çıkış olarak kabul edilen Zilzal 7,8’de Görmek mizanın (hayat filminin) görülmesidir. “Onun cezasını çeker, mükafatını alır” ifadesi mevcut değildir.
99/ZİLZAL-7: Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh(yerehu).
Artık kim, zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür.
99/ZİLZAL-8: Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh(yerehu).
Artık kim, zerre ağırlığınca bir şerr (kötülük) işlerse, onu görür.
Görmek ifadesi geçmektedir, buda hayat filminin (mizanın ) görülmesidir. Sevaplar ve günahlar mizanda yazılıdır. Mizanın görülmesinde, kişinin uzuvları, hayatı boyunca yaptıklarına şahitlik etmiş olurlar.
21/ENBİYÂ-47: Ve nadaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardelin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).
Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap görücüler kâfidir.
İşte cehennemden çıkış olarak kabul edilen Meryem 71,72 ayetleri kişilerin zannettikleri gibi cehennemde yanıpta çıkışı ifade etmiyor. Herkes cehenneme uğrayacak. Takva sahipleri için cehennemi görüp, aynı gün çıkış söz konusu.
19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.
19/MERYEM-72: Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
Allahû Tealâ, cennetlik olanları, cehennemin bir işkence yeri olduğunu görmeleri ve Allah’a sonsuz hamd ve şükretmeleri için kıyamet günü mutlaka önce cehenneme gönderir. Bu işlem cehennemde yaşayıp, azap çekmek için değil, orayı görmek içindir. Onun için “Aranızdan kıyâmet günü cehenneme uğramayacak olan kimse yoktur.” diyor. (Uğramak; bir yere uğrayıp oradan ayrılmak mânâsına gelir). Sonra aynı gün (kıyâmet günü) görme işlemi bittikten sonra cennetlikler, Allah’a sonsuz hamd ve şükürler ederek cehennemden ayrılıp, cennet katlarına ulaşırlar. Allahû Tealâ’nın cehennemden çıkarttığı, cennete ulaştırdığı kişiler; aynı gün cehennemi görmek için oraya uğrayan cennetlik olan kişilerdir (takva sahipleridir). Cehennemlikler ise; bu işlem sırasında diz üstü çökmüş olarak cehennemin avlusunda beklerler. Cennetlik olanların görme işlemi bitip, cehennemden uçarak cennet katlarına ulaşmalarından sonra, cehennemlikler, kendi gidecekleri cehennem katlarına ulaştırılırlar.
39/ZUMER-73: Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).
Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: “Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız)
Hadis-i şerif:
“Bir gün Resulullah, “Cennette öyle köşkler vardır ki, ne kendisini yukarıya bağlayacak çengelleri ve ne de altında direkleri vardır” buyurdu. Bunu dinleyen Ashab, “Ey Allah’ın Resulü, o köşklerin ehli oraya nasıl girecek?” diye sordu. Resulullah (a.s.m.), “Onlar kuşlar misali uçarak girecekler” buyurdu.” (Dünya Ötesi Yolculuk, s. 294 )
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun(cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
39/ZUMER-72: Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
(Onlara): “Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!” denildi. Artık kibirlenenlerin mesvası (kalacağı yer) ne kötü.
O halde cehennemde bir süre kaldıktan ve günahlarının karşılığını ödedikten sonra oradan ayrılıp da, sevapları için cennete gitmek diye bir olay, hiç kimse için mevcut değildir.
Çünkü Allahu Teala, bu kişinin Allaha ulaşmayı dilememesi sebebiyle amellerini boşa çıkartmıştır.
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Günümüzde cennete girme konusundaki hurafelerden biri de, ahirette günahkar olan kişiler için Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in şefaati olduğu yönündedir. Ahirette şefaat yoktur;
2/BAKARA-48:Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Ve hiç kimseden bir kimseye bir şeyin ödenmediği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul olunmadığı ve hiç kimseden bir fidye alınmadığı ve onlara yardım da edilmediği günden sakının.
2/BAKARA-254:Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve kâfirler, onlar zalimlerdir.
Kıyamet günü Peygamber Efendimiz (s.a.v), yardım (şefaat) edemez;
2 / BAKARA – 119 :İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîren, ve lâ tus’elu an ashâbil cahîm(cahîmi).
Hiç şüphesiz Biz seni, hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ashabı cehîm (cehennemlikler)den sana sual etmeyiz (sen cehenneme gideceklerden sorumlu değilsin).
39 / ZUMER – 19 E fe men hakka aleyhi kelimetul azâb(azâbi), e fe ente tunkızu men fîn nâr(nâri).
Öyleyse bir kimse, üzerine azap sözünü hakettiği taktirde sen, ateşte olanı kurtarabilir misin?
“KIZIM FATIMA! Babanın Peygamber olduğuna güvenme seni ben bile kurtaramam! Ahirette üzerinize gelecek azabı uzaklaştıramam, buna selahiyetim yoktur” (Teberani, fatima Zehra‘dan rivayet etmiştir. Yenabiul mevedde, s.85, ibnul Abidin, c. 1. s.897.)
“Suçlular kıyamet günü yardım isteyecekler, onlara sözüm burada yetkim yoktur, sizi dünya da iken yeterince uyarılmadıkmı olacak” (S.buhari 8.cilt 1282. hadis)
Şefaat etmeye yetkili vazifeliler hayatta olan Devrin İmamlarıdır ve şefaat bu dünya da geçerlidir.
20/TÂHÂ-108: Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece leh(lehu), ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe lâ tesmeu illâ hemsâ(hemsen).
İzin günü, kendisinde eğrilik olmayan davetçiye tâbî olurlar. Rahmân’a karşı sesler kısılır. O zaman hems (hafif fısıltı)dan başka bir şey (ses) işitmezsin.
20/TÂHÂ-109: Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).
İzin günü, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.
78/NEBE- 38:yevme yekûmur rûhu vel melâıketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne ıllâ men ezıne lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
Melekler (arşı tutan melekler), saf saf olarak ve ruh (devrın ımamının ruhu) oradadırlar. Kendısıne rahmân’ın ızın verdığınden başka kımse konuşamaz. Ve sevap söyler (günahların sevaba çevrılmesını müjdeler).
40 / MU’MİN – 7:Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah’tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm’e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
Kişi, Hacet namazı ile Allahû Tealâ’nın gösterdiği mürşide Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre tâbî olup, tövbe ederse o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları Allahû Tealâ tarafından affedilir ve affedilen bütün günahlar sevaba çevrilir. Yani Allah o kişiye mağfiret eder.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir
Allahû Tealâ, mürşide tâbî olup tövbe eden kişinin Allah’tan mağfiret talebini kabul eder, bir de devrin imamının o kişi için mağfiret talebini kabul eder. İki tane af, mağfireti vücuda getirir ki; bu o kişi için günahların sevaba çevrilmesidir. Tövbe eden kişiyle devrin imamı arasındaki bu olay şefaattir.
4 / NİSÂ – 64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
Ayet-i kerimelerde açık bir şekilde ifade edildiği gibi ahirette şefaat olayı diye bir olay yoktur. Şefaat dünya da Allah’a ulaşmayı dileyen kişi için mürşidine tabiyetle oluşur.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’deki müteşabih ayetlerini yorumlama yetkisini sadece ulül elbab’a vermiştir. Ulûl’elbab olmayan kişilerin Kur’anı kendi yorumlamaları sebebiyle insanlar bu korkunç tuzağa itilmiştir.
40/MU’MİN-56: İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr(basîru).
Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sinelerinde sadece (Allah’a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık Allah’a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve görendir.
Kim daimi zikre ulaşırsa onlar ulûl’elbabdır.
3/AL-İ İMRAN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardır.
3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”
3/AL-İ İMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı, sana O indirdi. O’ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.
İşte o ulûl’elbab, daimî zikrin sahipleri bunu tezekkür edebilir. Neden? Çünkü onlar ehli tezekkürdür, ehli zikirdir. Allah’tan soracak, cevabını alacaktır. Allahû Tealâ’nın kendisine kalp gözüne gösterdiklerini anlattığı ve kalp kulağına söylediği kişidir. Ehli hayır, ehli hikmet, ehli tezekkür olmuştur. Allah ile her an konuşabilmek özelliğinin sahibidir. Allahû Tealâ’ya soracak, Allah’tan aldığı cevabı nakledecekdir.
21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler) den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde “Cehaletten kurtulmanın yolu ehli zikre sormaktır.“ buyurmaktadır.
29/ANKEBÛT-49: Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).
Hayır O (Kur’ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sinelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.
Kur’an-ı Kerim, daimi zikre ulaşmış ehli zikre kolaylaştırılmıştır. Her dönemde Kur’an-ı kerim’in açıklaması Resulullah (s.a.v)‘ i temsil eden, ehli zikir olan Zamanın İmamının lisanıyla kolaylaştırılmıştır.
44/DUHÂN-58: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
İşte böylece O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler.
75/KIYAME-17: İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.
Muhakkak ki onu (kalbinde) toplamak ve onu okutmak Bize aittir.
“Her devirde Beni temsilen 1 kişi var. Hz.isa (A.S.)’ı temsilen 3 kişi var. Hz.Musa (A.S.)’ı temsilen 7 kişi var. Hz.İbrahim (A.S.)’ı temsilen 40 kişi var.”
İşte bu nedenle Kur’an’ı Kerim’in tefsirini sadece en üst seviyede Ehl-i Zikir Devrin İmamı olan Allah’ın Resulü yapar;
25/FURKÂN-33: Ve lâ ye’tûneke bi meselin illâ ci’nâke bil hakkı ve ahsene tefsîrâ(tefsîren).
Ve sana hak ile ve en güzel (ahsen) tefsir ile ulaştırdığımızdan (meselelerden) başka bir meseleyi sana getirmediler.
Onların dışındaki insanlar, dünya üzerinde ne kadar çalışarak ilim sahibi olsalar bile, eğer ehli zikir degillerse, müteşabih ayetleri tezekkür edemiyorlar.
Emaniyeye tabi olanların, Kur’an-ı yanlış yorumlamaları sebebiyle, hakiki manalar yok edilmiştir. Kur’an’ın asli hükümleri bırakılıp, kişilerin yazdığı emaniye bilgileri içeren kitaplardaki zanlar esas alınarak, insanlık Kur’andan uzaklaştırılmıştır.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar. Fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Hadis-i şerif ,Müslim: 1067)
” Ahir zamanda Kur’an-ı Kerim bir vadide, insanlar başka bir vadide olacaktır. ”
6/EN’ÂM-155: Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun fettebiûhu vettekû leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve indirdiğimiz bu kitap mübarektir. Öyleyse O’na tâbî olun. Ve takva sahibi olun. Böylece siz rahmet olunursunuz (rahmete ulaşırsınız).
“Bilin ki, Kur’an’dan başka birşey eken, ektiğini biçerken belalara uğrar. Artık siz de O’nu ekin. O’na uyun. Rabbinize O’nu delil edin. Nefslerinize O’nu öğütcü yapın. Kendi reyleriniz O’na uymazsa reylerinizi töhmetleyin. Dilekleriniz O’na aykırıysa dileklerinize hiyanette bulunun.” (Nehcul Belaga s. 55)
2/BAKARA-42: Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve hakkı bâtıl ile karıştırmayın (örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin. Ve (çünkü) siz biliyorsunuz.
“Bir zaman gelecek ki Kur’an’ı Kerim’in resmi ve islamın ismi kalacak. İnsanlar Allah’tan en uzak kişiler oldukları halde islami isimlerle anılacaklar. Onların o gün mescitleri dışardan mamur, ama içinde hidayetten eser olmayacak. O gün yaşayan alimler gök kubbenin altında insanların en şerlileridir. Fitne onlardan çıkmıştır, tekrar onlara dönecektir.” (Beyhaki )
Kur’an dışında emaniye bilgilerle, hurafelerle hiç kimsenin kurtuluşa ermesi mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’e göre, hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemedikçe kurtuluşa ulaşamıyor, cennete giremiyor.
ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK BİR KURTULUŞTUR.
Dileyen kişi için cennet müjdesidir. Allahû Tealâ affedicidir. Kişi ne kadar günah işlerse işlesin Allah’a ulaşmayı dilerse, gideceği yer cennettir.
Kapılar ardına kadar açık. Anahtar ise; Cennete girmenin olmazsa olmaz şartı Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Allah razı olsun.