Kategori arşivi: HİDAYET

6-HURAFELER-RUH VÜCUTTAN ÇIKINCA İNSAN ÖLÜR

KUR’ÂN’A TERS DÜŞEN HURAFELER: RUH VÜCUTTAN ÇIKARSA KİŞİ ÖLÜR

Bir kısım insanlar derler ki: “İnsana hayat veren ruhtur. Ruh vücuttan ayrılırsa kişi ölür.” Allahû Tealâ ise buyuruyor ki:

67/MULK-2: Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru).
Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O Azîz’dir ve mağfiret eder, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir).

Yaratan ve öldüren sadece Allah’tır. Öyleyse ruh, insana hayat veremez. Ruh da bir yaratıktır. Allahû Tealâ’nın Zat’ından başka herşey yaratıktır. Hayat veren ve hayatı alan Allah’tır. Öyleyse Yaratan Allah ve öldüren Allah’tır.
Allahû Tealâ bizlerden ne istiyor. Allahû Tealâ ruhumuzu hayatta iken Kendisine ulaştırmamızı istiyor ve bunu üzerimize birçok defa farz kılmış. İşte Fecr Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetleri:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

İşte Allahû Tealâ burada önce nefse hitap ediyor. “Ey mutmain olan nefs!” diye. Onun Allah’tan razı olmasını ve Allah’ın da rızasını kazanmasını istiyor. Ve böylece Rabbine (Allah’a), geri dönmesi isteniyor. Nefsin tezkiyesi, ruhun Allah’a dönüşünün belgesidir. Nefs tezkiyesiz Allah’a dönüş söz konusu değildir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

Öyleyse Allahû Tealâ’nın hepimizden istediği şey, zikirle ruhumuzu Allah’a ulaştırmamızdır. Allahû Tealâ buyuruyor:

51/ZARİYAT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a ulaş, Allah’a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’a ruhumuzun kaçması, ulaşması, Allah’a sığınması, Allah’ın Zat’ında yok olması söz konusu. Allahû Tealâ, insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını üzerimize farz kılan emrini gönderiyor: Rad Suresinin 21. âyet-i kerimesinde:

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Bir şey var: Ruhumuz. O’nun Allah’a ulaştırılması üzerimize farzdır ve bu farzın yerine getirilmesi söz konusudur. İşte farzı yerine getirmek, ruhu Allah’a ulaştırmak hepimizin üzerine Allahû Tealâ tarafından emir şeklinde tecelli eden bir farzla farz kılınmıştır.
Farz nedir? Kur’ân’da hangi konu, biz insanlara Allahû Tealâ tarafından bir emir suretinde sunulmuşsa, o bir farz hüküm doğurur. Burada da “Allahû Tealâ’nın Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi; ruhu, onlar Allah’a ulaştırırlar.” diyor. Allahû Tealâ ruhumuzun Allah’a ulaştırılmasını emretmiş, üzerimize farz kılmıştır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.

Kimlerden bahsediyor Allahû Tealâ? İnsanın fizik vücudunun Allah’ın Zat’ına ulaşması hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu dünya hayatını yaşarken böyle bir şey mümkün değildir. Ama dünya hayatını yaşarken, ruhumuzun Allah’a ulaştırılması, Allah’ın talebine bağlı olarak karşımıza çıkıyor. Allahû Tealâ ruhumuzu Kendisine ulaştırmayı diliyor.
“Allah kimin ruhunu Kendisine ulaştırmayı dilerse onların göğsünü şerh eder (yarar) ve teslime açar.” diyor. Ne demek istiyor? O kişinin önce ruhunu Allah’a teslimini açar, sonra fizik vücudunu kişi teslim edecektir. Ruhun Allah’a teslimi, vücudumuzdan ayrılarak Allah’a doğru seyr-i sülûk isimli bir yolculuk yapmasıyla ve Allah’ın Zat’ına ulaşmasıyla mümkündür. Allahû Tealâ diyor ki:

4/NİSA-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir.

Ruhumuz ilk emanettir. Allah’a mutlaka biz hayatta iken geri dönmesi üzerimize bu âyet-i kerimede de farz kılınmıştır. İkinci teslim edeceğimiz varlık fizik vücudumuzdur. O da farzdır.
Birincisi 21. basamakta Allah’a ulaşır.
İkincisi 25. basamakta Allah’a ulaşmaz ama Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasaklarını işlemeyen bir hüviyet kazanarak Allah’a teslim olur.
Üçüncüsü nefsimizin Allah’a teslimidir. Daimî zikirle nefsimizin kalbindeki bütün afetler yok olduğu zaman biz Allah’a nefsimizi teslim etmiş oluruz. Sonra neticede irademizin teslimi söz konusudur.
İrademizi Allahû Tealâ teslim alır ve o noktadan itibaren devamlı Allah’tan emirler alan ve bu emirleri gerçekleştiren bir insan çıkar ortaya. İradesi Allahû Tealâ tarafından teslim alınmış olan birisi… Bu insan, irşad makamına tayin edilen birisidir.
Demek ki ruhun Allah’a ulaşması söz konusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RAD-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

    “Allah dalâlette olanları bırakır.” diyor. Yani: “Onlarla ilgilenmez.” anlamına dilediğini dalâlette bırakır. Dalâlette olan kişilerin dalâlette kalmayı dilemeleri halinde Allahû Tealâ onlara müdahale etmez. Sonra diyor ki: “Ama o dalâlette olanlardan (Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes dalâlettedir.) kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır.” (Buradaki ‘onları’; “Onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.” mânâsında kullanıyor.)

Fizik vücudumuzun da nefsimizin de Allah’a ulaşması mümkün değildir. Allah’a ulaşan sadece ruhumuzdur. Ruhumuzun Allah’a ulaştığı, Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde bir defa daha ifade ediliyor. Allahû Tealâ orada diyor ki:

42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

     İnsanların çoğunu gerçekten Allahû Tealâ Kendisine seçer. Allahû Tealâ: “Ama o seçtiklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.” diyor. Seçtiklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın açık bir şekilde ifade ettiği gibi insanların ruhlarını Kendisine ulaştırması söz konusudur. Allahû Tealâ’nın dizaynında ruhumuzun Allah’ın Zat’ına hayatta iken ulaşması söz konusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

Öyleyse âyet-i kerimeler açık ve kesin bir biçimde bir gerçeği vurguluyor: İnsan ruhunun hayatta iken Allah’a dönüşü. İşte bu, adına hidayet dediğimiz olaydır. Çağımızın çekici unsuru, lokomotifi… Çağımızın hidayet çağı olduğunu unutmayın. Hidayet çağında yaşıyoruz. Hidayet çağı, Allahû Tealâ’nın bir dizaynını içeriyor. Hidayet çağı: Asr-ı Hidayet.
Allahû Tealâ, Al-i İmran Suresinin 73. âyet-i kerimesinde hidayetin tarifini yapıyor:

3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)

“innel hudâ hudallâhi”
İnne: Muhakkak ki
el hudâ: Hidayet
hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.
Ruhun Allah’a ulaşmasıdır.

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.

“inne hudâllâhi huvel hudâ”
İnne: Muhakkak ki
hudallâhi: Allah’a ulaşmak.
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir.

Öyleyse ruh adı verilen bir varlık taşıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Bütün insanlara ruhlarını üfürüyor. Allah ruhundan üfürüyor ve öyle bir sonsuz ki; ruh bütün insanların vücutlarını kaplıyor. Saçının her teline kadar ruh, fizik vücudun aynıdır. Görüntü itibariyle hiçbir farkı yoktur. Ruhumuz fizik standartlarda da görünebilir, fizik de olabilir. Meselâ bir insan Ankara’dadır. Ankara’da herkes onu orada hayatta iken aynı gün görür, işitir. Aynı günler diyelim ama aynı zamanda o kişiyi hac’da da görünür olur, onlarla da konuşur, onlarla da dostluklar kurar ama ikincisi fizik vücut değildir, Kabe’de olan ruhtur. Ama birçok insan onu orada görmüştür, konuşmuştur; hatta bir süre sonra dönüp o günleri yad etmişlerdir beraberce, herkesin gözü önünde bir toplantıda.
Ruh adı verilen bir varlığımız var ve bu ruh Allah’a geri dönmek özelliğinin sahibidir. İşte Allahû Tealâ insanların başının üzerine salâh makamının 5. kademesine ulaştıkları zaman bir ruh gönderir. Bu ruh, o kişinin kendi ruhudur. Ruh tayyi mekânı gerçekleştirmesi için ona Allahû Tealâ tarafından bir ni’met olarak verilir. Allah’ın bir ni’metidir. Kim salâh makamının 5. kademesine ulaşıp da Allahû Tealâ onun iradesini teslim alırsa, onun başının üzerine o kişinin kendi ruhunu gönderir. Ondan evvel başının üzerinde ne vardı? Ondan evvel de gene bir ruh vardı ama bu, devrin imanın ruhu idi. Devrin imamın ruhu, kim Allah’a ulaşmayı diler de 12 tane ihsanla mürşidine ulaşırsa; o kişi için bir değer ifade eder. O kişi mürşidine ulaştığı zaman başının üzerine devrin imamının ruhu gelir ve o kişinin ruhuna: “Senin Allah’a mülâki olma günün geldi.” der. İşte Mum’in Suresinin 15. âyet-i kerimesi bunu söylüyor:

40/MU’MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

    Bir kişi mürşidine ulaştığı zaman onun bütün günahları sevaba çevrilir. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemişse… Sadece Allah’a ulaşmayı dileyen ve Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alan ve ihsanla tâbî olanlar için geçerlidir. Bu 12 tane ihsanın alınmasıyla o kişi mürşidine ulaşır, tâbî olur olmaz başının üzerine Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince devrin imamının ruhu gelir.

Allahû Tealâ onun günahlarını, günah derecatını örtecektir. Allah’a ulaşmayı dilediği anda zaten örtülmüştür. Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu anda bir defa daha af edilmek suretiyle günahları sevaba çevrilir ve başının üzerine devrin imamının ruhu gelir, yerleşir. Âyet-i kerimenin devamı şöyle:
Allahû Tealâ âyet-i kerimesinde diyor ki: “O ruha Allah’ın emrinden ruh gönderilir. Allah’ın emrinden olan o ruh, devrin imamının ruhudur. Bu ruh, o kişinin başının üzerine gelir ve der ki o kişinin ruhuna: “Senin Allah’a ulaşma günün, Allah’a mülâki olma günün, ulaşma günün geldi. İlka olma günün, vasıl olma günün geldi. Vücudu terk et. Allah’a doğru yola çıkıyorsun.” Ruh vücudu terk ederek hangi mürşide tâbî olmuşsa onun dergâhına ulaşır, oradan da devrin imanının dergâhına ulaşır. O dergâhtan itibaren gök katlarını birer birer çıkarak 6-7 aylık bir zaman devresi içerisinde ruh Allah’a ulaşır.
Öyleyse, Allah’a insan ruhunun hayatta iken ulaşması, vasıl olması diye bir olayla karşı karşıyayız. Bu gerçeği saklamaya çalışan birtakım âlimler çıkmış ve demişler ki: “Ruh vücuttan ayrılırsa insan ölür çünkü insana hayat veren ruhtur.” Allahû Tealâ da diyor ki: “Hayatı Biz veririz, (hayata getiren Biziz), hayatı alan da (öldüren de) Biziz, yaratan da, hayata getiren de öldüren de Biziz.”
Öyleyse, Allahû Tealâ ruhun hayatta iken Allah’a ulaşmasını emretmiştir ve ruhun Allah’a geri dönmesi şarttır. Üzerimize gördünüz ki defaatle farzdır. Böyle bir neticeye ulaşabilmek için Allahû Tealâ önce “Allah’a ulaşmayı dilemeyi” yani ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı dilememizi farz kılmıştır.
Dilemezsek ne olur? Dilemezsek herşey tersine döner. Bir insan ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse Allah’ın cennetine muhatap olur. Muhakkak cennete girer. Ama dilemezse, Allah’a ulaşmayı dilemeden ölürse gideceği yer cehennemdir. Öyleyse bu konuda Allahû Tealâ Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimesinde ne diyor bakalım:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Öyleyse Allah’a ruhumuzun ulaşması için evvelâ ulaştırmayı dilememiz lâzımdır. Eğer dilemezsek hem gideceğimiz yer cehennemdir hem de Allah’ın âyetlerinden gâfil olduğumuz için Allah’ın âyetlerini bilmediğimiz için O’nu dilemiyoruz, istemiyoruz.
Bu bapta gördüklerimiz açık ve kesindir. İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a mutlaka ulaşması söz konusudur. Unutmayalım ki intihar eden kişi Kur’ân-ı Kerim’e göre mutlaka cehenneme girer. Allahû Tealâ İslâm’da açık ve kesin bir hüküm koymuştur. Kim intihar ederse yani kendisini öldürürse, kendisini öldüren o kişinin kıyâmette gideceği yer cehennemdir. Ebediyyen kalmak üzere… İntihar, Allahû Tealâ tarafından kesin şekilde yasaklanmıştır. Cezası da cehennemdir.
Öyleyse Allahû Tealâ “Rabbine geri dön.” diyor. “İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön.” emri bir “İntihar et.” emri olabilir mi? Rabbe geri dönüş, Allah’a geri dönüş, ruhun geri dönmesidir ve de böyle bir şey emir olduğuna göre ruhumuzu hayatta iken Allah’a ulaştırmak mecburiyetindeyiz. Emir olarak verildiğine göre Allahû Tealâ kimseye intihar emri vermez. Kur’ân-ı Kerim’de neyi farz kılmışsa, o üzerimize borçtur, mutlaka yapılması gerekir. Eğer bu bir ölüm emri ise herkesin intihar etmesi gerekirdi, kendini öldürmesi gerekirdi. Oysaki gene Kur’ân-ı Kerim, intihar edenin gideceği yerin cehennem olduğunu söylüyor. Allah’ın yazdıklarına tenakuz olabilir mi? Böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyoruz. Birbirini nakzeden iki tane husus Kur’ân-ı Kerim’de bulunmaz.
Öyleyse görülüyor ki Allah ile olan ilişkilerimizde Allahû Tealâ bütün insanların ruhlarını Allah’a ulaştırmalarını farz kılmıştır. Bu farz, Allah’a ulaşmayı dilemekten (geliyor) geçiyor. Ondan sonra mürşide ulaşıp tâbiiyet, sonra ruhun Allah’a Allahû Tealâ tarafından ulaştırılması. Üstelik ruhumuzu Allahû Tealâ Kendisine ulaştırmayı garanti ediyor. Yukarıda 2 âyet-i kerime söylemiştik. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ mutlaka o kişilerin ruhlarını Kendisine ulaştırıyor.
Allah’ın dizaynı açık ve kesindir. O, insanı yaratmıştır. Bir nefs, bir ruh, bir fizik vücut; bir üçlüyle. Nefs afetlerle dolu, ruh hasletlerle dolu yani karanlık kadar aydınlık. Allahû Tealâ’nın ne emir verdiği açıktır. Emir, ruhumuzu Allah’a ulaştırmaktır.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız.

Neyi teslim edeceğiz? Önce ruhumuzu (22. basamak), sonra fizik vücudumuzu (25. basamak), sonra nefsimizi (26. basamak), sonra irademizi (28. basamağın 5. kademesi).
Öyleyse Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki “Ruh vücuttan çıkarsa insan ölür.” şeklindeki bir hurafenin asla geçerli olmadığını böylece öğrenmiş olduk.
Allah razı olsun.